Adsız Bölüm 16

271 45 40
                                    

Annemi kaybettiğimde ben nasıl olacaktım? Nasıl alışacaktım? Buna insan nasıl alışırdı ki! Kim nefes almasını sağlayan insan öldüğünde yaşayabiliyordu ki? Dediğim anda cevap gözlerimin önündeydi işte...

ÜÇ GÜN SONRA

Üç gün boyunca kimse hastaneden ayrılmadı. Annem yoğun bakımdaydı. Uyanması bekleniyordu. Doktor bunun günler, haftalar, aylar alabileceğini söyledi. Bugün karar verildi. Herkes eve gidecek. Kendi yaşamlarına geri dönecek(!) Nasıl olacak diye sormadı kimse. Bade ile Derin konuşmaya devam ediyordu. Bade sadece onunla konuşuyordu hatta. Arabaya bindiğimizde kimse kimseye bakmadı. Babama çevirdiğimde gözlerimi fark ettim ki çökmüştü. Gözleri ağlamaktan şişmiş saçları dağılmış yüzü çökmüştü. Kilo vermişti ama sertti yine de mizacı. Hala netti. Bade başını onun omzuna yaslamıştı. Eliyle saçlarını okşuyordu. İşte o anda gözlerimiz buluştu. Sadece baktı ve geri çevirdi suratını. Araba durduğunda kendimi hızlıca eve attım. Duş almam ve yatağa girmem bir olmuştu. Ama kapanmadı gözlerim. Tavana baktım. Olmadı. Döndüm. Olmadı. Müzik açtım olmadı. Tam kalkacağım anda kapı açıldı. Yavaşça içeri girdi. Yatağa girdi. Örtüyü kendi üstüne de örttü ve elinde ki yastığı aramıza koyup kollarını yastığın üzerinden bana sardı. O anda odaya bir koku hakim oldu. Annemin kokusu. Gözlerimi kapattım ve akmaya çalışan damlalara engel oldum. Bade'ye doğru kollarımı sardım. Göz yaşlarını kollarımda hissettiğimde bir şey demedim. Sadece kokunun beynimi ele geçirmesine izin verdim.

DERİN'DEN...

Eve girdiğim gibi kendimi albümlerin yanında buldum. Bana saatlerce gelen bir süre zarfında albüm kapağıyla bakıştım. Açmaya çalıştıkça ellerim titredi. Ruhum daraldı((kayıp olan ruhum). Albümü açmadan tekrardan yerine koydum. Bilgisayarı açtım ve yazmaya başladım. Saate baktığımda gece on ikiye doğru geliyordu. Telefona mesaj geldiğinde hızlıca telefona koştum. Ve saniyeler içinde odama çıkmam bir olmuştu. Bir kot tulum ve sıfır kol beyaz badi giyinip sporları ayaklarıma geçirdim. Sırt çantamı da alıp arabaya bindim ve mesajda ki yere doğru ilerlemeye başladım. Burası o gün ki yerdi. Bu sefer ağaçlara çıkmamıştı. Benim çıktığım ağaca sırtını yaslamıştı. Üstünde mavi bir gömlek vardı. Üstteki üç düğmesi açıktı. Altında beyaz bir kot vardı. Mavi gözleri artık lacivertti ve altları şişmişti. Etrafı kızarmıştı. Saçları dağılmıştı. Şu anda kitap karakterlerinde ki kötü çocuklara benziyordu diyemezdi kimse. Çünkü şu anda benden başkasına benzemiyordu. Benim önceki halime. Elini saçına attı ve beni görünce hızlıca çekti. Gözleri farklıydı diyemezdim. Hala mükemmeldi ancak şu anda acı çektiğini belli etmek istercesine bakıyorlardı. Yavaşça yürüdüm. Yanına vardım. Bir şey demek gelmedi içimden. Bana bakmadı. Sadece gökyüzüne baktı.

-Benim mutsuzluğuma mı gülüyorlar?

Bu sözü duymamla sadece sırıttım. Bende demiştim bunu. O gece. Sessizliğimi bozduğum gece.

-Hayır.

-Peki neden bu kadar mutlular?

-Üzülmeleri için bir sebep yok.

-Ben üzgünüm yetmez mi?

Kaşlarımı kaldırdım hayır dercesine.

-Geçmeyecek.

-Geçmeyecek.

-Unutmayacağım.

-Unutmayacaksın.

-Gelmeyecek.

-Bilemem.

Sırtımı onun yanına giderek onun gibi ağaca yasladım. Ve adını bilmediğim bir şarkının sözlerini söylemeye başladım. Hiçbir şey demedi. Tek söz bile etmedi. Devam ettim söylemeye. Gömleğinin ön tarafı ıslanmaya başladığı anda sustum. Ve sanki söylemem için yalvardı elimi tutarken. Benim sessizliğim yüzünden o söylemeye başladı. Boğazıma takılan düğümü es geçerek söylemeye devam ettim. O ağladı. Ben söyledim. Ben ağladım. O söyledi. Gecenin karanlığında yıldızların ışığıyla yetindik. Aynı acıyı paylaşan iki kaybolmuş ruh sadece bir geceliğine bir araya geldi. Kimse bir şey diyemedi. Çünkü kimse görmedi. Kimse fark etmedi göz yaşlarını. Ağlama demedi. Geçecek demedi. Geçmeyecekti. Belki iyileşecekti ama bencil yıldızlar bile unutmayacaktı bu geceyi. Son söz yine birlikte söylendi.

gökyüzünde ki yıldızlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin