NEVA
REYYAN
"Baba bugünkü veli toplantısını unutma tamammı " dedi fırından çıkarken Yağız.Kaldırdı başını ,küçük bir tebessümle başını salladı. Sol eli ile tamamdır diye işaret yaparken. Arkasından bir müddet baka kaldı Yusuf. Bu oğlan ne çabuk boyuna gelmişti. Ne zaman bu kadar büyüyüp delikanlı olmuştu ? Zaman ne kadar ucu açık bir kavramdı... bazen hiç geçmemiş ...bazense birbirini kovalamış ve su gibi akıp gitmişti. Tek umudu... mutluluğu olmuştu Yağız Yusufun . Geçip giden yılların bir güzelliği varsa oda evladı idi.
YAĞIZ
Derken radyodaki şarkı dikkatini çekti. Kim bilir kaçıncı defa dinlemişti. Çayını aldı oturdu cam kenarındaki iki kişilik masaya. Cengiz ÖZKAN 'ın "Bir ay doğar ilk akşamdan geceden" türküsünü yağmuru izlerken dinledi . Ve her dafasında türküdeki "soysuz" kendisi olurdu ."Bir güzeli bir çirkine vermişler ,Baş yastığı kendisine eş değil " sözlerinin geçtiği bölüme geldiğinde ise istisnasız yutkunurdu Yusuf. Tekrar tezgahın başına geçerken,yine ahşap radyoya ilişti gözleri. Üzerine kazınarak kaligrafik harfler ile yazılmış yazıyı kaç bin defa okuduysa o kadar da sızı saplandı içine "En güzel nağmeler değsin Yüreğine... " ama değmemişti işte. Sevildiyse de bir daha öyle sevmemişti kimseyi Yusuf. Değer vermiş, saygı duymuştu Yağızının annesine... ama o kadardı. Ne aşık olmuştu nede aşık olarak sevebilmişti. Radyoyu Leyla hediye ettiğinde, birlikte akşam sofrası kurarken dinleyeceklerini hayal etmişti hep.Ama o hayalde öyle olmamıştı. Hepsi bir tarafa savrulmuş, hayalleri de yerle yeksan olmuştu. Annesi hasta olduğunda "mürvetini göreyim" diye sıkıştırınca, dünden gönüllü, komşu kızı Emeli alıvermişlersede ...yüreğinde komşu kızından öteye gidememişti Emel .Evliliğinin onikinci yılında ikinci çocuğu "Masal'ı" dünyaya getirememişti. Ve ne yazıkki evladıyla birlikte göçüp gidi vermişti bu dünyadan. Gizli yüksek tansiyondan;bebek'te kordondan sağlıklı kan akışı sağlanmadığı için , oksijensiz kalmıştı. Yedinci ayda kontrol için gittikleri hastaneden ne olduğunu anlayamadan eşini evladını kaybedip çıkmıştı Yusuf. Kolu kanadı bir kez daha kırıldı. Dünya bir kere daha yıkıldı başına. Minicik oğlu ile bir başına kaldıktan sonra .Neyseki Meryem hanım vardı torununa yarı anne yarı babaanne olmuş çok da güzel bakmıştı. Kızının kokusunu hiç içine çekememişti . Bir kerecik öpüp koklamak için neler vermezdi oysa . Bir kutunun içinde öylece kucağına verildiğinde... yeryüzü ayaklarının altından dalga dalga kayıyor gibi hissetti. Bir müddet Hastane koridorundaki bankta oturdu. Biraz kendini iyi hissedince kalkabildi ancak ayağa. Evet belki aşk dolu bir evlilik değildi belki ama yol arkadaşını kaybetmenin üzüntüsünü çabuk atamamıştı üzerinden. Kayıplarının yokluğunu içine sindirmeye çalıştığı zamanlarda ... üstüne birde babasının sırada olduğundan habersiz di elbetteki . Annesi hasta... öldü ölecek derken...düzelmişti. Ama altı yıl sonra ...sapa sağlam babası bir anda felç geçirip rahmetli olmuştu. Hiç kalabalık olamayan evleri yine üç kişi olarak yılları devirmişti .Oysa en özendiği şeydi kalabalık bayram sofraları ...sabah kahvaltıları... O tek gelmiş gidiyordu... evladının da öyle olacağını düşünüyordu .Hayatı boyunca ...topraktan gelen... bereket timsali sayılan un' dan ekmekler yapsa da, ömrü ve etrafı bu bereketten nasiplenememişti.Neredeyse tenha gelip geçmişti ömrü .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİDEN BAŞLAMALI... (NEVA ...)
SpiritualitéOn beş saat kırk beş dakika LosAngeles (Melekler şehri ) Camdan dışarıya baktı sabahın taze ve ferah kokusunu içine çekerken şimdi bizim oralarda yatsı ezanı vaktidir diye geçirdi içinden. Bir valiz ve bir çanta ile geldiği şehirden beş valiz , hat...