Üç katı birden tırmanmak, hele o içindeki bulanık yangıyla, çok zor geldi yaşlı kadına. Bir basamak, bir basamak daha derken; elini ağzına götürüp kusmayı engellemeye hatta geciktirmeye çalışıyordu.. Gelini olmasa kim bilir belki de merdivenlere yığılıp kalırdı. Sağolsun anlayışlı gelini, var gücüyle Şaziye Teyzeyi tutuyor, ona destek olup yukarı çıkmasına yardım ediyordu... Arada bir durup bulantısının geçmesini bekleyip merdivene oturuyor ardından geri kalkıyordu. Gelin, bir erzak posetine bir de kayınvalidesine mukayyet oluyor ikisinin de düşmesini engelliyor, yorgunluktan kopan kollarına aldırış etmiyordu. Tam 25 dakikanın sonunda dairelerine çıkabildiler. İçeri girer girmez, yaşlı kadın kendini banyoya; gelinse iyice ağırlaşan poşeti bırakmak için mutfağa koştu. O kadar yorulmuştu ki, erzak poşetini tezgaha bırakmasıyla, kendini mutfaktaki vişne çürüğü renk köşeme bırakması bir oldu. Gözleri kararmış, nefesi kesilmişti hem erzaklar hem de kayınvalidesini taşımaktan. Düşen tansiyonu bu sırada kendine gelmeyi bekliyordu. On dakika sonra kendini bıraktığı koltuktan sıyırdı. Daha tam oturamayan tansiyonu, yeniden düşmesin diye yavaş yavaş doğruldu ve kalkıp dolabı açtı. Bir çırpıda tuzlu bi ayran yaptı. Öğürmekten ve akabinde de istifra etmekten mahvolan kayınvalidesi için de nane çayı hazırlamaya koyuldu. Suyu cezveye, cezveyi de ocağa koydu ve ayranını alıp yeniden, az önce uzandığı köşeme geçti. Bir dikişte içti ayranı ve pencereden dışarıyı seyre koyuldu. Az ötede oynayan oğluna baktı. Arkadaşlarıyla yakan top oynuyor, arada bir pas kapıyor arada bir de vuruluyordu. Çocukluğunu anımsadı, oğlunu böyle mutlu görünce. Şimdi Almanya'da çalışan eşi ile çocukken oynadıkları oyunlar geldi aklına. Ne mutlu günlerdi. Hayatın rutin karmaşasından uzak, şeker tadında ve mutluydu; tıpkı şimdi sokakta koşturan şu çocuklar gibi... Yakan top oynarlardı onlar da arada sırada. Sıra kendisine gelince eşi onu vurmaya kıyamazdı. Bu yüzden mahallede yakan top oynanacak mı, onu Erdem'le farklı takımlara koyarlar böylece hep Zehra'nın takımı galip gelirdi. Arkadaşları Erdemi yenebilmenin başka yolu yok derdi hep çünkü. Ne günlerdi; dedi içinden. Şimdi ayrı ülkelerde, o ekmek parasının peşinde bense hayatı yola koymanın. Yine yakan top oynuyoruz. Bu kez hayata karşı dedi. Cezveden taşan su sesiyle sıyrıldı geçmişten. Ocağın tamamı nane çayıyla doldu. Hemen sildi yaşlı kadın gelmeden. Zarara çok kızardı çünkü. Silip temizledi sonra yeniden ocağa koydu cezveyi, içine doldurduğu su, nane ve limon dilimleriyle. Bu kez çay hazır olana kadar başından ayrılmadı. İnce belli çay bardağına yarım çay kaşığı bal koyup üzerine süzdüğü nane limon çayını ekledi. Aslında bu çayların hazırları vardı artık ama kayınvalidesi, hazır yiyeceklerden nefret eder, çayını dahi tahammül edemeyip evde taze taze pişirirdi. Tam da nane hazır olunca çıktı kadın banyodan. Yüzü sapsarı olmuş, gözleri istifradan belerip kalmış vaziyette odasının yolunu tuttu. Bitkin vaziyette kendini yatağına attı. Gelini nane çayını getirip:
- Anne. Nane limon çayı yaptım midene iyi gelir. Sogutmadan iç olur mu?
- Tamam kızım. Sağol. Ben biraz yalnız kalsam iyi olacak; dedi yaşlı kadın. Zehra, başı dardayken gerçek karakterini gizlemeden sevecen bir hal alan ve bundan utanmayan kayınvalidesinin bu yönünü daha çok seviyordu. Keşke hep böyle olsa dedi içinden ama o zaman da iyilik denen olgu asla takdir görmez, değeri anlaşılmazdı diye geçirdi içinden. Sonra kadına dönüp:
- Peki anne; deyip çıktı odadan.
O çıktıktan sonra gözlerinin önünden günlerce Tv'yi ve gazeteleri meşgul eden o korkunç olay geldi yeniden aklına. Aslında unutmak için harcadığı çaba; aylarca televizyonu açmamak, eve gazete almamak ve gazetenin eve giriş yolu bulabileceği, bakkal, manav, yumurtacı, pazar gibi yerlerden de uzak durmak olmuştu. Gazete kağıdına sarılarak satın aldığı her türlü yiyeceği kontrol etmiş, ve en sonunda bu korkunç haberi unutmuştu. Gençliğinde, en yakın arkadaşının başına bir benzerinin de geldiği gerçeğini diri tutan o olayı nihayet hafızasında, bilincinin en bilinmedik köşesine atmayı başarmıştı. Fakat bugün, yine hatırlatmıştı o gazete kağıdı ona. Anlaşılan unutmaya çalışmak hatırlamayı çağırıyordu daha fazla.. Ahh Mısra ne güzel bi genç kızdı dedi. Tıpkı dedi hızla doğrulduğu yatağında. Pencerenin önüne geçti eline nane limon çayını alarak:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GiTARIN LÂL TELi
Misterio / SuspensoNe ağzından sigarası ne elinden gitarı eksik olurdu... Tıpkı yüreğine sinen tütsü kokulu acısı gibi... Aşk yok, dibine kadar acı.. Sokaklarda kavga, küfür... Onun dilindeyse şarkıları vardı.... Bunun haricinde sâde bir sükûn...