Hz. İbrahîm[1], Hz. Uzeyr, Ashab-ı Kehf kıssaları ve dirilişle alakalı diğer kıssalar, dirilişin cismanî olduğunun kesin delîlleridir. Keza, öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenlerin, "Biz ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?!" (Mü'minûn, 82; Sâffât, 16; Vâkıa, 47), "Biz tekrar ilk halimize mi döndürülecek mişiz?! Çürümüş kemikler haline geldikten sonra mı?! Dediler ki, bu o zaman zararlı bir dönüştür!" (Nâziât, 10-12) gibi sözlerle şiddetli inkârları, dirilişin cismanî olduğunun beyan edilmesinden dolayıdır. Aksi halde onlar bu şekilde şiddetli inkâr ve istib'âdda bulunmazlardı. Çünkü hemen hemen bütün insan topluluklarında görüldüğü gibi, onlar da öldükten sonra rûhun bakî kaldığına dâir, bâtıl ve hurafe de olsa, bir takım inançlara sâhip idiler. Dolayısıyla ruhların haşrini bu derece şiddetle inkâr etmeleri söz konusu değildir. Onlar bedenlerin yeniden diriltilmesini inkâr ediyordular. Nitekim, "Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?!" (Yâ-sîn, 78) diye meydan okuyan inkârcı, eline çürümüş kemikleri alarak, o kemiklerin nasıl tekrar diriltilip hayat kazanacaklarını, böyle bir şeyin olamayacağını söylemesi üzerine, daha sonraki âyetlerle cevap verilmesi, bu inkârın cismanî diriliş hakkında olduğunun açık delîlidir.
Zaten, Kur'ân'da İslâm filozoflarının ele alışlarının aksine, insan bir bütün olarak bahsedilmiş, beden rûh ayırımı yapılmamış, bedensiz rûhlardan bahsedilmemiştir[2].
Yine Kur'ân'da tafsilatlı bir şekilde anlatılan cennet ve cehennem hayatı, cennetteki yiyecek ve içecekler, ağaçlar ve ırmaklar, saraylar, cennet hurileri... cehennem azabı, cehennemin yakacağı, kaynar sular... bu hayatın cismanî olduğunun açık delîlleridir[3].
İşte bir kaç âyet: "Önde olanlar önde olanlar, İşte onlar mukarrebûndur. Naîm cennetlerinde... Çoğu öncekilerden, az bir kısmı da sonrakilerdendir. Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde, karşılıklı oturup yaslanırlar. Etraflarında ebedîleştirilmiş çocuklar dolaşıp dururlar. Maîn'den doldurulmuş testiler, ibrikler ve kâselerle. Ondan dolayı ne başları ağırır, ne de akılları gider. Ve beğendikleri meyveler... İştahlarının çektiği kuş etleri. İri gözlü hûrîler. Saklı inciler misâli... Yaptıklarına bir mükâfat olarak. Orada ne boş laf ne de günah söz işitirler. Sadece selâm! selâm! denilir. Ve ashab-ı yemîn, ne mutlu ashâb-ı yemîn'e! Onlar dalbastı kirazlar, sıra sıra dizili muzlar, uzun gölgeler, bolca dökülen sular, kesintisiz, yasaksız çokça meyveler içindedirler. Bir de yüksek döşekler... Biz o kadınları eşsiz bir şekilde yarattık ve onları bâkireler kıldık. Kocalarına düşkün, hep aynı yaşta... Ashâb-ı yemîn için. (Vakıa, 10-38)
Bütün bu apaçık gerçeklerden sonra, cismanî dirilişi inkâr edenlere söylenecek bir söz yoktur. Onların inkârları ancak bir inat ve taannüt olarak izah edilebilir. Ya da, bu apaçık âyetleri kendi hevâ ve arzularına göre tevîl etmekten başka çıkar yolları yoktur[4]. Kur'ân-ı Kerîm'de cicmanî haşr bu derece açık olarak bildirildiği içindir ki, Razî, Kur'ân-ı Kerîmle cismanî haşri inkârın bir kalpde birlikte bulunamayacağını söylemiştir[5].
Aslında dünyâ, âhiretin bir fihristesi hükmündedir. Dünya hayatında insanlara tattırılan cismanî lezzetler de birer numûnedir. Asıllarına teşvîk etmek içindir. Buradaki tattırma, cennetlerde ebedî âleme lâyık nimetler hazırlandığına delâlet etmektedir[6].
Kur'ân-ı Kerîm'de cismanî lezzetlerin daha çok zikrolunmasının bir hikmeti de, cennet ve cehennem hayatının cismanî olmadığı düşüncesini bertaraf etmek ve haşrin cismanî olduğunu takrîr etmek için olabilir.
Eğer insanlar bu dünya hayatında cismaniyetten uzak, tamamen rûhanî bir hayat yaşasaydılar, o zaman cismanî dirilişi uzak görmelerine bir mana verilebilirdi. Bu dünya hayatında cismanî bir hayat yaşayıp, cismanî nimetlerden istifâde edip de, bunların daha mükemmel bir şekilde âhirette bulunacağını kabul etmemek, inkâr etmek akıl kârı değildir.
Cismanî haşrin keyfiyetinin nasıl olacağı hakkında ise, farklı görüşler ileri sürülmüştür. bazı âlimler, insanın bütün bedeninin tamamen yok olduktan sonra tekrar iâde olunacağını, bazıları ise, insanın cevherlerinin baki kalacağını, sonra tekrar aynıyla iâde olunacağını söylemişlerdir. Bu ikinci grup da, insanın aslî zerrelerinin mi, yoksa hayatı boyunca eskiyip tazelenen bütün zerrelerinin mi iâde olunacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir[7]. Alimlerin ekserisinin bu kanaatte olduğu söylenmiştir[8].
Cuveynî ve başkaları demişlerdir ki, "her iki durum da aklen câizdir ve ikisinden birini tayin etmek hakkında sem'î, kat'î bir delîl yoktur. Dolayısıyla insanların bedenlerinin toprak haline gelip sonra, önceki gibi terkib olunup iâde olunmaları akıldan uzak değildir. Bedenlerin yok edilip sonra tekrar iâde olunmasını da muhal göremeyiz"[9].
İâdenin yokluktan sonra tekrar yaratma ile yeni bir yaratmayla olacağını söyleyenler, "Yer yüzündeki her şey fânidir" (Rahmân, 27), "Allah'ın zâtından başka her şey helak olacaktır" (Kasas, 88) âyetlerinden hareket ederek helak ve fenâ'nın mahza adem (yokluk) olduğunu dolayısıyla dirilişin de, ademden sonra yenidin inşâ ile olacağını söylemişler, buna karşılık helâk ve fenâ ile muradın, faydalanılmaz duruma gelmek, ölüm, veya yokluğa kâbil manalarında olduğu cevabıyla karşılık verilmiştir[10].
İâdenin tefrîkten, dağılmadan sonra tekrar cem ile olacağını söyleyenler ise, müşriklerin "Biz ölüp toprak olduktan sonra mı tekrar dirileceğiz!? Bu uzak bir dönüş!" sözlerine, "Yer yüzünün onların bedenlerinden ne eksilttiğini biliyoruz. Katımızda her şeyi muhâfaza eden bir de kitap vardır" (Kâf, 4) âyetiyle mukabelede bulunulmasını delîl göstermişlerdir. Buna karşılık birinci grup, bu âyetin suâle cevap tarzında husûsî olarak vârid olduğunu, iâdenin yokluktan olacağını nefyetmediğini, aksi halde iâdenin yokluktan olacağını ifâde eden âyetlere aykırı olacağını söylemişlerdir[11].
İkinci tâifenin delîl sadedinde zikrettikleri başka âyetler de vardır: Mesela, "O gün'de semâvât Allah'ın elinde dürülmüş vaziyettedir"(Zümer, 67) âyeti kıyamet günü semâvâtın matvî (dürülü)olacağına, dolayısıyla mevcûd olup yok edilmeyeceğine, "O günde arz başka bir arza, semâvât da başka semâlara tebdîl edilir" (İbrahîm, 48) âyeti de, arzın eczâsının bakî kalacağına, kıyamet hengâmında yok edilmeyeceğine, başka bir arza tebdîl edileceğine delâlet etmektedir denilmiştir[12].
Bir başkası, "O gün, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeyleri haber vererek onların aleyhine şehâdette bulunacaklardır" âyetidir. Eğer bu azâlar dünyadakilerden başkası olsa o zaman şehâdetleri yalan olurdu denilmiştir[13].
Hz. İbrahim'in ölülerin nasıl diriltildiğini istemesi üzerine, Allah'ın emriyle kesip parçalara ayırdığı kuşların, yok edilmeden tekrar o parçalardan terkib olunması da, dirilişin, dağılan cüzlerin bir araya getirilmek sûretiyle olacağına delîl gösterilmiştir[14].
Haşrin, dağılan unsurların aynıyla değil de, önceki bedenin misliyle olacağını söyleyenler de sayıca az değildir. İmam Gazalî Mirâcu's-Salikîn adlı eserinde şöyle diyor: "Biz, Allah Taalâ'nın cisimleri aynen iâde edeceğini gerekli görmüyoruz. Bilâkis Allah Taalâ, bidâyette yaptığı gibi, rûhların yeni bir yaratılışa çevrileceğini garanti etmiştir. Bir rivâyette Allah'ın bir nevi yağmur indirerek, bu yağmurun bedenlerin yeniden yaratılması için bir asıl teşkil edeceği bildirilmiştir.