Dinler Arası Diyalog Dinler arası diyalogu ilk defa kim ortaya atmış?

21 0 0
                                    

Bu güne kadar bunu savunanlar kimler olmuş?

Bu işi başlatanların gerçek gayeleri ne olabilir?

Bu yolda şimdiye kadar neler yapılmış?

Bütün bu ve benzeri soruları bir an için bir tarafa bırakıp, böyle bir fikirle ilk defa karşılaştığımızı düşünelim ve diyaloga karşı tavrımızın nasıl olması gerektiğini belirlemeye çalışalım.

Hemen ifade edeyim ki bu soruya, hemen çala kalem, müspet yahut menfi cevap vermek doğru değildir. Yer yüzündeki tek hak dinin mensupları olarak böyle bir diyaloga, öncelikle, “Evet” dememiz beklenir; ancak, burada önemli olan söz konusu diyalogu kimlerin kimlerle yapacağıdır.

Bu görüşmelerde Müslümanları temsil edecek kişilerin İslâm’ın temel hükümlerini harfiyen yaşamaları, bu dinin güzellikleriyle kalplerini, akıllarını, bütün duygu ve latifelerini kemale erdirmeleri, muhtaçların karşısına böylece çıkmakla onlara fiilen ve hal diliyle ders vermeleri icap eder.. Bunu başarılabilirlerse, Üstad Bediüzzaman’ın şu şartlı müjdesi gerçekleşecek demektir:

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki, Küre-i Arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.” (Tarihçe-i Hayat, 90)

İşte diyalog bu noktaya gelindikten sonra başlarsa faydalı olur. Gerçeği arayan, fakat ideal inanç sistemini ve onu sergileyen örnek insanları bulamadığından içine kapanıp kalan ve çareyi sefahatte ve inançsızlıkta bulan günümüz batı toplumu ancak böyle bir diyalog sonunda gerçeklerle tanıştırılabilir. Bütün ins ve cinin irşadı için nazil olan Kur’an-ı Kerim’e kavuşabilir; bütün alemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’e (asm.) ümmet olma şerefine erişebilir.

O halde, yeterli bilgi birikimine sahip olunduğu halde bu diyaloga karşı çıkmak, müslümanları “sadece kendi aralarında görüşen, başkalarına bir şeyler verme ihtiyacı duymayan, komşusu aç iken kendisi olasıya doyan ve muhtaçları aç bırakmayı sevap sanacak kadar egoist ve bir o kadar da İslâm’ın ruhuna ters düşen birer olumsuz tip” olarak sunmak demektir.Bunun vebali de oldukça büyüktür.

Allah Resulüne (asm.) yapılan şu İlâhî hitap, günümüzde de aynen geçerliğini korumaktadır. .

De ki, “Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda ortak bir kelimeye gelin: Allah’tan başka bir mâbut tanımayalım. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da bazımız bazımızı Rab edinmesin.” (Âl-i İmran, 64)

Şimdi şöyle bir düşünelim:

Teslis inancı, günümüzde de Hıristiyan aleminde hâlâ hüküm sürmüyor mu? Bu inanç, “Allah’tan başkalarını mabud tanımak, Ona ortak koşmak” manasına gelmiyor mu? Hastalık devam ettiğine göre, Peygamber Efendimize yapılan bu davet emri, günümüz Müslümanlarını da ehl-i kitapla görüşmeler yapmaya çağırmış olmuyor mu?

Müslüman’a her konuda olduğu gibi bu konuda da büyük görevler düşüyor. Nitekim, dinî ilimlerde gerekli bilgi birikimine sahip, hamiyetli, gayretli ve şefkatli insanlar, İslâm’ın nurunu bütün muhtaç gönüllere ulaştırmak için çaba gösteriyorlar ve her fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeye çalışıyorlar. Dinler arası diyalog da bu fırsatlardan birisi olarak görülebilir.

Şu da var ki, muhataplarımız da bizi kendi gizli emellerine alet etmek için aynı aracı kullanmak isteyebilirler. Burada Müslüman’ın basiretli olması büyük önem taşır.

Tarafların hepsinde ortak gaye, “gerçeği bulmak ve müşterek düşmanlarına karşı işbirliği yapmak” olursa, sonunda hak üstün gelecek ve böyle bir diyalogdan zaferle çıkan taraf , Müslümanlar olacaktır.

SORULARLA İSLAMİYET #İslam#Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin