Dean'in hayatıyla ilgili problem olmayan şey hayatının başkasının fikri olmamasıydı.
Durum şuydu ki, her şeyden önce Dean kontrollü biriydi. Hiçbir zaman şuursuz davranışlar sergileyecek kadar çok sarhoş olmamıştı mesela ya da hız tutkunu değildi. Ekstrem sporlara merak salmamıştı ve olayların spontane gelişmesinden de hoşlanmazdı zira kontrolün kendisinde olmasını seviyordu.
Hayatta her zaman kendi kararlarını kendisinin vermesi gerektiğine inanıyordu. Başkası için bir şeyler yaptığı zamanlar da olmuştu elbette ancak öyle zamanlarda bile kendine, yapacağı işte bir amaç ve fayda olması koşulu koymuş, salt kendi isteği ve iradesiyle o işe kalkışmıştı. Eğer istemiyorsa zorla bir şey yapmazdı. Mesela havalı gözükmek için hoşlanmadığı kızlarla takılmaz, herkes seviyor diye aptal bir şarkıyı diline dolamaz, normal zamanlarda yüzüne bile bakmadığı insanların lise yıllıklarına "Hayatında başarılar dilerim!" yazmaz, sırf arkadaşları ısrar ediyor diye saçma partilere katılmazdı.
Yani katılmayacağını zannediyordu.
Şimdiye kadar.
Sıkıntıyla derin bir nefes aldı ve kırmızı karton bardaktan iğrenç bir tada sahip olan birayı içiyor gibi yaparken burada olmaktan ne kadar nefret ettiğini düşündü. Tanrı aşkına, o çalan Taylor Swift miydi? Dean midesinde ne var ne yok hepsini çıkarmamak için kendini zor tutuyordu ve hasta olduğu da hesaba katılırsa olağanüstü bir çaba sarfettiği söylenebilirdi.
Olayların nasıl bu kadar can sıkıcı bir hâl aldığını anlayamıyordu. Esasında başta her şey yolunda gibiydi. Aptalca gülümseyerek yürüdüğü yolun sonunda çiğnediği çilekli sakızı çöpe attıktan hemen sonra Hoover Tower'a ulaşmıştı. Kardeşi ve bir grup insan oradaydılar. Sam, abisini yolun yarısında karşıladıktan sonra ona selam vermiş ve alayla "Ah, yanakların kızarmış ve sırıtıyorsun. Görünüşe bakılırsa Cas ile güzel vakit geçirmişsiniz." demişti ve Dean'in kulağına rahatsız edici gelen bir kahkaha atmıştı. "Sahi, o nerede?" diye sormuştu insanların yanına vardıklarında.
Dean'in biraz kafası karışmıştı. "Görmesi gereken kişiler varmış." diye cevaplamıştı kardeşini. Ardından bir kız sesi "Hah, biliyordum!" diye araya girmişti. Dean ona baktığında kızıl kısa saçlara sahip olduğunu görmüştü ve gruptaki tek kızıl saçlı kişi oydu. Charlie o olmalıydı. Kız yanındaki Asyalı oğlana dönüp "Uçlan bakalım, Kev." demişti. Dean'in isminin Kevin olduğunu tahmin ettiği (işte zeka) oğlan da kısık bir küfür mırıldanarak cebinden 20 dolar çıkarıp kıza uzatmıştı. Zafer kazanmış bir ifadeyle parayı cebine koyduktan hemen sonra Dean'in her şeyden bihaber yüzünü farketmiş olacak ki açıklama gereksinimi duymuştu kız.
"Kevin ile Cas'in buraya gelip gelmeyeceği konusunda bahse girmiştik," demişti kız. "Kevin ısrarla onun geleceğini savunuyordu ama ben gelmeyeceğini biliyordum. Böyle ortamlarda işi olmaz onun. Eminim şu an evsiz dostlarına yıllanmış bir Massandra şarabı ikram ediyordur. Ayrıca hangi sıfatla buraya gelecek ki?" Kızın sesine bariz bir sitem eklenmişti. "Geleli neredeyse bir hafta oluyormuş ama beni görmeye ya da bana bir merhaba demeye bile tenezzül etmedi."
"Esasında benden sana selamını iletmemi istedi. Seni özlemiş. Charlie sensin, öyle değil mi?"
Dean bunu söyler söylemez herkes gülmeye başlamıştı. Dean'in iyiden iyiye kafası karışıyordu. Neler olduğunu ancak kızın sinirle kızaran yüzünü görünce anlayabilmişti.
"Tolkien'in üzerine yemin olsun ki onu gördüğüm yerde lime lime edeceğim. Resmen benimle alay ediyor!" demişti kız olduğu yerde tepinirken.
Gülüşmeler biraz daha devam etmişti ancak sonrasında kardeşi "Tamam, Charlie. Sakinleş ve Dean'e merhaba de." diyerek uzun bir tanışma seremonisinin açılışını yapmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wisteria // Destiel
FanfictionMor salkımların altındalardı ve maviler yeşillere düşmekten kendini alamıyordu.