Bölüm 1

787 7 0
                                    

Tek başıma kaldım yine. Her gün olduğu gibi yine sabah ve masam. Önümde yarım kalmış bir proje. Sanki her şeyim tam da bir tek bu yarım... Hayatımı anlatıyor işte yaptığım her hareket. Bir kahve yapmalıyım. Odamdan çıkıp mutfağa gidene kadar salondaki pis havayı çekmek belki ciğerlerimi sönmesine yol açardı. Nefesimi tutarak geçen zamandan sonra mutfağa girip rahat bir nefes almak istedim ama pek mümkün olmadı. Sanki yanlışlıkla tuvalete girmiş gibiydim. Biraz etrafa baktıktan sonra kapının hemen solundaki masanın altında bi hareketlilik farkettim. Baktım ki bizim Soğan -benim küçük beyaz kedim- değişik hareketler içinde kıvranıyor. Acaba ne oldu diye baktım ki Soğan tuvaletini oraya yapmış ve üstünü örtmek için kendini paralamakta. Hemen aldım onu ordan kucağıma ve küçük beyaz başını okşadım hemen sakinleşti. Mırıldanmaya başladı ve kendini sevdirmeye devam etti. Ona üzülmemesini ve orayı temizleyebileceğimi hissettirdim. Biraz sevdikten sonra yere bıraktım ve dolaptan tek yediği yiyecek olan parçalanmış soğandan verdim biraz. Adının Soğan olmasının başlıca sebebi hep gözü yaşlı olması ve soğan dışında başka bir şey yememesi. Sanki her zaman üzgün, sanki her zaman halime ağlayan birisi gibi davranıyordu. Mutfakta kalmasının sebebi de gece evimde olan sözde "parti" tantanası. Ev arkadaşım olacak insan, ne kadar kendisiyle pek muhattap olmasam da, yine evde parti vermiş ve evi de Soğan gibi ağlatmıştı. Sabahları erkenden kaçan arkadaşım yine ben uyanmadan çıkıp gitmişti. Acaba yine kimi kandırıp kendini yamadıysa...

Kahvemi almış yarım kalan projemin başına geçmiştim. Ne yapılır daha ne çizilir? Aklıma bu yarım kalmış 14 kattan başka bir şey gelmiyor. Acaba nasıl bir ilginçlik yapsam da bu projeyi hayata geçirmeleri adına etkili olsa. Daha 5 hafta var sanırım proje kabul gününe, bugün de bir şey çizemeyecek gibiyim. Zaman da nasıl geçtiyse ne kahve kalmış bu evde ne de oksijen. Sanırım bunlar dışarı çıkıp hava almam için beni zorlayan koşullar. Ne giysem, ne giysem, ne giysem?.. Ne düşünüyorum ki yine her gün ki gibi bi' pantolon bi' gömlek hayatımın klasik giyecekleri.

Çıkarken öğleni geçiyordu ve üçüncü katta hava 28 santigrad dereceydi. Apartmandan çıktığım gibi sağa dönüp trafiğin akış yönünde ilerlemeye başladım. Yol beni nereye götürürse oraya gidecektim. Neyse kendimi kandırmanın alemi yok. Yine o parka gidip boş bir banka oturup ağaçların yapraklarının sallanmalarına bakacaktım. Dediğim gibi aynen böylede yaptım. Büyük kavak ağacının yaprakları yukarı yönde bir sağa bir sola hareket ediyordu. Bende onları bir sağdan bir soldan kesiyordum. O kadar yeşil yaprağın arasında bir tane sarı vardı ve gözüm ona takılmıştı. Sanki giderek daha da sararıyordu. Evet gerçekten sararıyor. İlk önce şampanya sarsıydı şimdi ise limon sarısı. Sarardı evet giderek daha sarı oldu. O kadar sarı oldu ki sonunda gözlerimi yakacak dereceye geldi. Fakat bir dürtü beni oraya bakmaktan alıkoydu bu da ayın beyazlığıydı. Bana git bu banktan burası benim yerim diyordu. İki ağaç ötedeki çöp kovası ise onun yalan söylediğini fısıldadı. Elektrik direği büyük bir cızırtıyla söze karıştı ve buradan gerçekten gitme vaktimin geldiğini söyledi. Gitmek... Buradan da gitmek... Çok güzel.

Genç MimarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin