Karşımda duruşu... Öylece duruşu, oturuşu... Gözünden gelen yaşın kuruması, sanki, sanki içine doğru ağlıyor. Bana bir şey söylemiyor. "Sıkıntı!" Diyorum öylece bakıyor. Hani taştan heykeller olur ya, işte bu onun ete kemiğe bürünmüş hali. Kıza hakkaten bir şey oldu ya. Cevap vermiyor bana. Duyduğunu bile düşünmüyorum. Hatta camın önüne geçtim, ama yine de bana bakmıyor. Öylece karşıya bakıyor. Seslere tepki de vermiyor. Elimi şaklatıyorum sanki bir güvercin evde takla atıyormuşçasına ama tepki yok. Omzuna dokunuyorum normal insan gibi et işte. "Sıkıntı, Sıkıntı, Sıkıntı, Sıkıntı, Sıkıntı..." Yok cevap vermiyor. Bari ne söyleyeceksen söyleseydin de öyle donsaydın. Öldü mü acaba?? Hayırrrr....
Cam... Evet cam, hemen bir cam parçası... İşte küçük ayna. Burnuna tutuyorum ve maşallah nefes alıyor. Ama hiç hareket etmiyor. Kalbi atıyor mu acaba? Nasıl bakabilirim ki? Ben onun nesi oluyorum? Bileğini mi tutsam? Ordan nabzına bakabilirim ama... Hayır saçmalama. Sen kimsin onun bileğini tutacaksın. Nefes alıyor işte, demek ki yaşıyor. Neyse tek sorunlu ben değilim ya bu hayatta, onunda böyle bir sorunu varmış ve ben hiçbir şey yapamam. Üzgünüm...
Akşam olduğunda hala yerinde duruyor Sıkıntı. Omuzlarına battaniye koyuyorum, yazık üşümesin kızcağız. Ne güzelde bakıyor ya... Beni buluyor ya sorunlular, gerçekten kendime altın madalyayı veriyorum. "Ding dong" olamaz!!! Kapı çalıyor. Kim acaba bu saatte? Ya salonda öylece duran bir kız var. Kapı mı açılırmış. "Ding dong, ding dong" bir de ısrarla çalıyor. Kim acaba? Bu saatte gelen umarım ev arkadaşımdır. "Ding dong, ding dong, ding dong, ding dong, ding d..." Kapıyı açınca karşımda Soğan'ı görüyorum. O kadar şaşırıyorum ki, bunun burda ne işi var acaba. Ben Soğan'ı tam kucağıma alırken kapının yanından ev arkadaşım çıkıyor. "Naber?" Diyor. Sanki bir haftadır eve uğramayan bendim. Ne kadar rahat böyle? "İyi senden?" Derken içeri giriyor. Ayakkabılarını çıkarırken ben de soğanları Soğan'a veriyorum.
Odasına geçiyor hemen sayın ev arkadaşım. Bana bağırıyor evde birinin olup olmadığını, hatta birinin odasında kalıp kalmadığını soruyor. Onun odası salona bağlı değil de ordaki rezilliği görmedi henüz. Arkasından odasına giriyorum. Her yer oje, ruj, parfüm gibi kozmetik ürünleri ve bayan elbiseleri ile dolu. Bana bakarak pis pis sırıtıyor. "Bir arkadaşım geldi memleketten. Kalacak yere ihtiyacı vardı, ben de burada kalabileceğini söyledim. Sorun olmaz değil mi, eğer olacaksa hemen temizlerim burayı." O pis bakışıyla ve yan yan gülüşüyle "Yok yok kalmayacağım zaten. Sadece bir şeyi almaya gelmiştim." Dedi. Bunu derken üzerime gelip sanki beni odadan çıkarmaya çalışıyordu. Bugüne kadar odasını hiç karıştırmamıştım. Hatta buraya girdiğim bile söylenemez. Neyse beni ilgilendiren bir durum olduğunu sanmıyorum. "Kolay gelsin" deyip salona geçmeye karar verdim.
"Bana bunu yapma. Beni bırakma. Gitme ne olur? Gitsen ne olacak? Seni arıyordum. Evet. Benden kaçman hiç hoş değil. Bana bunu tekrar yaşatamazsın. Hayır seni bırakmıyorum ve eğer beni terk edersen kendimi öldürürüm. Bu konuda da ciddiyim!" Bunları henüz salonun kapısını aralamışken Sıkıntı'dan duyuyordum. Camın önünde dışarıya doğru konuşuyor gibiydi. Beni farketmemişti ve donakaldım ben olduğum yerde. Kendine gelmişti Sıkıntı. "Sen beni bıraktın. Hem de bu kapının önüne. Beni terk etmeyeceğine söz verirsen seninle her yere gelirim ama bu sana güvendiğim anlamına gelmiyor ve bu güveni zor kazanacaksın." Bu sözleri söyleyenin sesi çok inceydi ve onu göremiyordum. Sıkıntı'nın arkasında kalıyordu. Hemen içeri girdim ve Sıkıntı beni gördü. Koşarak ona yaklaştım ve gördüm onu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Genç Mimar
Teen FictionPek genç değil. Bir oda bir kedi hayat. Sıkılmış. Tek amacı bir şeyler üretmek. Ama hiçbir hayat engel tanımaz değildir ve olaylar gelişir. Bir mimarın iç dünyası denebilecek kadar sıradışı bir hikaye.