Hemen Nazlı'nın yanına koştum etraftakilerin hiçbiri umrumda değildi. Tek derdim Nazlı'ya ne olduğuydu. Yerde cansız gibi duran bedeni beni şok etmeye yetmişti. O an orda yatan ben olmak istedim. Annesinin bağırıp çağırmasıyla kendime gelmiştim.
-Ne işin var senin burda? Hangi yüzle bu kapıya geliyorsun? Biz sana kaç kere bu kızdan uzak durucaksın dedik. Babası gelmeden çabuk git bu evden... diye konuşmalara devam ediyordu Nazlı'mın annesi. Saygısızlık etmek istemiyordum ama kimse sevmezdi bu kadını. Köyün en fesat kadınıydı. Ruhu kötülükle harmanlanmıştı. Herkes bu kadının Nazlı kadar saf bir kızı olduğuna şaşırırdı. Nefretle baktım kadının suratına sabrımın noktasına gelmişti ki o sırada Nazlı'm yerden kalktı. Yüzü bembeyazdı sanki kanı çekilmiş gibiydi. Bakışlarında anlamsız bir ifade vardı. Hala ne olduğunu anlamış değildim o ifadeyi unutmamda mümkün değildi. Nazlı'nın annesi beş dakika konuşmamıza izin veriyorum diyip odadan çıktı gitti. Ne ruhsuz bir kadındı kızı bayılmış ama hiç umrumda değildi. Neyse...
Nazlı'mın gözlerinin içine doya doya baktım bilseydim son bakışlarım olucağını daha çok bakardım. Daha çok koklardım saçlarını. Sıkı sıkı sarılırdım. Hacet yoktu hatırlatmasına onu hatıraların o bana kalbim kadar yakındı. Elimi sol yanıma koyduğumda sarıldığım gelirdi gözlerime. Bir meltem eserdi. Kokusu gelirdi bedenime. Saçları sonra. Hafızama kazıdığım sesi. Huzurumdu... O sırada Nazlı ''Git burdan ben artık seni sevmiyorum'' dedi. Uğruna ölebileceğim kadın beni sevmediğini söylüyordu. Kulaklarım uğulduyordu. İçim yandı, yüreğim... Alev sardı dört bir yanımı.
-Anlamadım. diyebildim sadece.
-Anlaşılmayacak bir şey yok fazla kaptırdın kendini. Sevmiyorum seni.
Gönül eğlendirdim. Senin olmayan paranla mutlu olamayız. Bu akşam sözleniyorum sevdiğim adamla...
Öylece kalmıştım. Karanlıkta yolculuktu bu. Ayaklarım yere kitlendi. Her şey geçti gözlerimden. Yıllarım, anılarım, dualarım, hayallerim, döktüğüm tüm gözyaşları. Ellerime baktım. Bu eller onu sarmak içindi. En çok onun için semaya kalktı duaya. Her nefes almaya çalışımda Nazlı'mın bakışları yakıyordu bedenimi. Bir başkası dokunacaktı ona, beni kıyamadığım saçlara, tenine. Göğüs kafesimdeki her kemik tek tek kırılıp kalbimi kan içinde bıraktı. Bu evden hemen çıkmak istedim. Yutkunamadım. Ağlamak istedim hem de hıçkıra hıçkıra. Gözyaşlarım belki söndürdü yangınımı. Ruh uçurumundan atlamak istedim o an öyle bir boşluk. Dişlerimi sıkarken gözümden bir damla yaş geldiğini hissettim.. Öylece yürüyordum. İçimden sana defalarca bana kal demen için bağırdım avaz avaz dedim. Sen haykırışlarıma sağırdın bense avazım çıktığı kadar bağırmalara suskundum. Çığlık çığlığa susmak nedir bilir misiniz? Ben kimse için ağlamazken senin için ağlamak çok saçmaydı! Ağlamamalıydım. Elimde oluşan yumruğu açtığımda tırnaklarımın avucumu kanattığını farkettim. Aldırış etmedim çünkü hiç bir şey o sözler kadar can yakmazdı bende. Nereye gittiğime dair hiçbir fikrim yoktu. Kafamda sadece ''sevdiğim adam'' sözü yankılanıyordu. Hissettiğim acıyla yok olmak istemiştim. Sahi bir acı insanı ne kadar yıkabilirdi ki? Kalbim ne kadar yanabilirdi? İçi kor ateşte parçalanmış bir insan yeniden aleve nasıl dönüşebilirdi? Kalbi külleşen bir insanın tekrardan yanabilir miydi? Olabilir miydi bu? O an geçmez sandıklarımız dünyanın en büyük acısı sandığımız hisler meğersem daha büyüğünü tadana kadarmış. İlerde yaşıcağımız acıların yanında bir hiçmiş. Meğersem ölüyorum sanıyormuşsun ama ölmüyormuşsun. Aşk öldürmüyormuş. Aşk yaralı bırakıyormuş...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşlerim Tutsak
Non-FictionGeçmişin bağrından kopup gelen ve hala süregiden bir hikaye... Bir yaşanmışlığın ötesinden çok yaşanmamışlıkların hasreti ve umudu. Söylenmesi gereken ama sis perdesinin arkasında kalan bir hayat...