Pazartesi...
Takvimde en nefret ettiğim yaprağa gelmiştim.
Sabahın köründe sıcak yatağımdan kalktığım için lanet ediyordum ben de. Bitmek bilmeyen bir dersi dinlemeye programlanmıştım çünkü.
Umurlarındaymış gibi rol kesen öğrencilerle, egosunu besleyen hocanın bu boş skeci için fazlasıyla doluydu kafam.
Bu yüzden kitaptaki en eski numarayı uyguluyordum ben de. Sıraya açılmış bir defter ve düzenli aralıklarla oynatılan kalemiyle, istikrarlı öğrenci profili.
Her zamanki gibi cam kenarına geçmiştim, soyutlanmak için birebirdi. Sorgulayıcı gözlerden uzak ve zihinsel kaçışlara özel bir köşe...
"Yazsana dediği maddeleri, çıkacak bunlar vizede." diye dürttü beni, Ceren.
Ceren, hep o arkadaş grubunda bulundurmanız gereken inek öğrencilerden biriydi. Kafalarımız pek uyuşmasa da selamlı sabahlıydık. Ders dışı buluşmamıştık hiç, her ne kadar uğraşsam da bizim gruptakilerden çekiniyordu. Bugün de öndeki yerini kaptırıp, hocayla diyalog kuramadığı için huysuzdu biraz.
"Notları vizede çıkarıp, bakabiliyorsak tutarım." dedim, göz kırparak.
En sonunda umutsuz vaka olduğumu anlamış olacak ki iç çekip, yazmaya geri döndü.
İster istemez imreniyordum ona. Şu anki dakikaları gerçekten de olması gerektiği gibi geçiriyordu çünkü. Benim gibi umarsızca harcamak yerine, kendi lehine kullanıyordu onları.
***
''Melis, gelmiyor musun?" diye seslendi, Tarık.
Tarık, küçük arkadaş grubumun seçkin üyelerinden biriydi. Her zaman kafasına eseni yapan, özgürlüğüne düşkün...
İrkilerek kafamı kaldırdığımda, sınıftakilerin çoktan dağılmaya başladığını gördüm.
"Ne ara bitti ki ders?" diye söylendim, şaşkınca.
Defteri çantama tıkarak, hızlıca Tarık'ın yanına gittim. Nihayet kurtulmuştum o boğucu sınıftan.
"Seslenmesem tüm gününü orada geçirecektin herhalde, ne bu dalgınlık sende?" diye hiç vakit kaybetmeden, o meşhur sorgularına başlamıştı.
"Uykusuzluktandır o'' diye geçiştirdim ben ise.
Cevabını kendim bile bilmediğim sorulara özel şıklarımın başında gelirdi bu. Her duruma uyan, kullanışlı bir joker...
"Bir şey yemediysen, yeni açılan pizzacıya gidelim mi?'' diye öneride bulundu, Tarık.
Bazı istisnai yiyeceklerin dışında yeme eyleminden zevk almaz, aç kalmayı yeğlerdim.
"Pizza varsa ben de varım biliyorsun, geliyorum iki dakikaya.'' diye gülerek, beklediği cevabı verdikten sonra lavaboya yöneldim.
Hızlıca makyajımı tazeleyip, telefondan kızlara arama yapacaktım.
Adımlarım kapıya yaklaştıkça, ağlama seslerini duydum. Yardım etme iç güdüsüyle, kapı kolunu panikle çevirdim. Islanmış ellerime baktığımda avuçlarıma bulaşan kırmızının kan olduğunu fark etmemle, kapıyı hışımla açmam bir oldu.
Lavaboda sadece aynanın karşısında, arkası bana dönük olan bir kız vardı.
Her hıçkırığıyla titreşen omuzlarına baktığımda, saçlarının ucuna bulaşmış kırmızılık dikkatimi çekti. Sağ kolunu her oynattığında daha da çok bağırıyordu. Elindeki; görüş alanıma girmese de çıkardığı metal sesinin çağrıştırdığı nahoş görüntüler rahatsız ediciydi.
Ürkek adımlarla kendimi zorlayıp, kıza doğru yaklaştım.
Omzuna dokunup; "İyi misiniz?'' diye sordum.
Sesim o kadar kısıktı ki, bana bile uzak ve bir o kadar yabancıydı.
Kız; aniden omzuna koyduğum elimden tuttu ve kafasını bana çevirdi. Saçları, kanıyla eğreti bir maske gibi yüzüne yapışmıştı.
Bileğimi o kadar sıkı kavramıştı ki, acıyla yüzümü buruşturdum.
"Bırak beni!'' diye bağırdığımda kulaklarıma dolan ürpertici kıkırtısı, zihnimin en ücra köşesinde takılı kalacaktı.
Diğer elimle bileğimi serbest bırakmaya çalıştığımda, kolunu kaplayan izleri gördüm. Taze kesiklerden akmaya devam eden kanı fark etmemle, elinde öncesinde göremediğim şeyin bıçak olduğunu anladım.
Kulaklarımda yankılanan düzensiz ritim ve artık kesik kesik çıkan nefesim, çaresizliğimi kanıtlar nitelikteydi. Herhangi bir noktaya odaklanıp sakinleşmek için etrafıma baktığımda, lavaboda oluşturduğu küçük kan gölünü görmemle bacaklarımdaki güç çekildi ve yere yığıldım. Panikten titrememe engel olamazken, acizliğimi sergilemekten çekinmeyen gözyaşlarımla görüşüm bulanıklaştı. Ellerimi gözlerime götürüp sildiğimde, avucuma bulaşan siyaha baktım. O an bozulan makyajıma her zamanki vereceğim tepki yerine, gülmeye başladım. Artık serbesttim çünkü, düşmenin etkisiyle farkında olmadan bendeki zoraki tutuşundan kurtulmuştum. Bana doğru yavaş adımlarla gelirken ellerimle zeminden güç alıp, bedenimi geri geri sürükleyerek kapıya ulaşmaya çalıştım. Buradan çıkmam lazımdı, hem de hemen!
Bana doğru attığı bir kaç adımın ardından tıslar gibi konuşmaya başladı. Anlamlandıramadığım sözler daha da irkilmeme neden olurken, donuk bakışları içime işliyordu. Kolunu kaldırıp bana yaklaştığında elindeki bıçağın tehditkarca parlamasına tanık oldum. Kapıya, sadece beş adım uzaklıktaydım.
Ancak o sırada beni olduğum yere çivileyen; bana doğru savurduğu bıçak değildi.
Ona baktığımda gördüğüm yüzün; kendime ait olmasıydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bulanık Çizgiler
HorrorDolunay,gecenin siyah çarşafını tek bir hışımla üzerimden çekti.Artık beni sarmalayan sıcaklık gitmiş ve yerini ürpertici gerçeklere bırakmıştı...