Karanlık...Sığınabileceğim tek ev, sahipsiz tek kafes...
Fahri bir tutsaklıktır benimkisi...
Denizdeki yalnız bir su taneciği, karaya adanmış yağmur bulutunun nahoş parçası ve çakan şimşeğin ardından istemsizce beklenen gök gürültüsü kadarım.
Yanaklarımı soğukça öpen su, titreyen ellerimin arasından sıvışarak lavabonun deliğine girmekteydi. Su, yüzümü her yalayışında iblislerim de yansımalarından uzaklaşıyor, kafamın arkasına kurmuş oldukları yuvalarına; tıpkı yağmurdan kaçan karıncalar gibi telaşa kapılmış bir edayla geri dönüyorlardı.
Ama biliyorum, sadece saklanıyorlar. Oradalar ve hala benimleler...
Aynadaki yansımamın dudakları, yukarı kıvrıldığı an hissetmeye başladım, o katlanılmaz acıyı. Ellerimin parmak uçlarıma kadar alev aldığını ve korların beynime sıçrayıp milyonlarca iğnenin derimin altına saplandığını hissediyordum.
Var dünyadan kopmuş, acıyla bir beden olmuştum.
Çığlık çığlığa bağırıyor, ellerimin kanlar içinde olduğunu yeni fark ediyordum. Ancak o zaman lavabodaki suların delikten akmadığını, aksine kanımla birikerek yükselmeye başlamış olduğunu gördüm. Lavabonun deliğine takıldı gözüm, akan suyun girişini engelleyen bir şeyler olmalıydı. Acıdan inleyerek elimi kaldırıp deliğe götürdüğümde algıladığım ilk şey; sert bir yapısı olduğuydu.
Yüzüme yaklaştırdığımda elimdekinin tüm bir tırnak parçası olduğunu anlamamla iğrenerek, onu geri lavaboya atmam milisaniyeler içinde gerçekleşmişti.
Bu da neydi böyle?!
Kim, tüm bir tırnağını etinden ayırıp çıkarabilirdi ki?
Bir tane de değil! Lavabonun tamamı tırnaklarla doluydu!
İçgüdüsel olarak kendi ellerime baktığımda tırnaklarımın olduğu yerde sadece altındaki etim görünüyordu. Soluk kırmızı etim, tırnağımın şeklini almış olsa da içi boştu ve nedense yanlarından sızıp durmaksızın akan kanı; odamın camına vurup, usulca süzülen yağmur damlalarına benzetmiştim.
Tatmak istiyordum; yağmuru, toprağı, hayatı...
Dudaklarımı araladım ve kendimi, parmağımdan akan kanı yalarken buldum. Lakin ağzıma hiçbir tat gelmedi.
Nasıl olurdu?
Delice etrafıma bakınmaya başladım ve en sonunda aynayı yumruklayarak çıkarmaya başladım sinirimi. Her bir yumruğumda ellerime giren cam parçaları zihnimi biraz daha berraklaştırıyordu.
Dönüyordum, olmam gereken yere...
Tekrar ellerime baktığımda hiçbir şey yoktu. Ne bir çizik, ne kan, ne de sökük tırnaklar...
Lavabodaki tırnaklar, yerini birkaç tel saça bırakmıştı. Ayna ise kusursuz bir şekilde parlamaktaydı, tek bir kırık yoktu.
Her şey olması gerektiği gibiydi, sanırım...
Kapının tıklatılmasının ardından birisi seslendi:
- ''Melis, iyi misin?''
Uzaktan ve belki de bir o kadar yakından gelen bu insani sesle içinde bulunduğum transtan çıkar oldum. Musluktan hala akmakta olan suyu fark edip kapattım ve aynaya baktım.
Soluk benizli kızın yüzünü çehreleyen uzun siyah saçları vardı. İnce dudakları kuruluktan çatlamış, ela gözlerinin altı hafif morarmıştı. Ellerimi yüzüme götürdüğümde aynadaki yansımam da bulanıklaştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bulanık Çizgiler
HorrorDolunay,gecenin siyah çarşafını tek bir hışımla üzerimden çekti.Artık beni sarmalayan sıcaklık gitmiş ve yerini ürpertici gerçeklere bırakmıştı...