Stanford yılın en yağmurlu günlerinden birini yaşıyordu. Saatler önce başlayan yağmur etkisini bir an bile kesmeden büyük bir şiddetle kampüs topraklarını dövmeye devam ediyor, kolay kolay dineceğe de benzemiyordu.
Cas, gecenin bilmediği bir zaman diliminde gökyüzünü yaran şimşeğin ve yumruklanan kapısının gürültüsüyle aniden kafasını masasından kaldırarak uyandı. Sersemlemiş haldeydi. İçinde bulunduğu durumu kavramak adına gözlerine ardı ardına kırpıştırdı. Uçları koyu mavi olan saçları birbirine girmiş, yanağının masaya temas eden kısmına masanın odunsu dokusunun izi çıkmıştı.
Birkaç saniye sonra burada ne halt yemeye uyuya kaldığını hatırladı. Oluşturacağı tablo için eskiz çalışması yapıyordu. Muhtemelen bu işi sabaha ertelese daha faydalı olurdu ancak ilhamı bir kere hissettiğinde kendini dizginleyebilen ya da o ilhamı saklayabilen bir insan değildi fakat gel gelelim ki uyku borcu onun dizginlenemeyen becerilerinden daha güçlüydü.
Daha gözlerini bile tam açamamışken kapısı bir kez daha sertçe vuruldu. Çalışma masasında duran siyah renkli küçük saati 03.14'ü gösteriyordu. Cas, masasından savsakça kalkıp kapıya yönelirken bu saatte kapısına dayanan kişinin gerçekten iyi bir mazereti olmasını diledi çünkü zıttı bir durumda dizginleyemediği tek şey sanat becerileri olmayacaktı.
"Yüce Meryem aşkına! Ne oluyoruz yahu?!" diyerek hışımla kapısını açtı ancak onu bekleyen manzarayla siniri yerini anında üzerindeki uyku sersemliğini atacak büyük bir şaşkınlığa bıraktı.
Başka bir şimşek gökyüzünü yardı, odanın içerisini çok kısa süreli bir aydınlık kapladı ama bu aydınlık kapıdaki kişinin yüz hatlarını belirgin bir şekilde ortaya sermeye yetti; Dean sırılsıklam bir vaziyette Cas'in kapısında duruyordu.
Şimşeğin ardından odadaki tek ışık kaynağı Cas'in daha rahat çalışabilmek için açtığı masa lambası oldu yeniden. Buradan çıkan cılız sarı ışık Dean'in yüzüne ulaşıyor, yavaş yavaş suların süzüldüğü elmacık kemiklerine vuruyor, yüzünde gölgeler bırakıyor ve yeşil gözlerinin birer zümrüt edasıyla parlamasını sağlıyordu. Saçları ıslanmış, yüzüne yapışmıştı ve uçlarındaki sular koridor zeminini ıslatıyordu. Üzerinde lacivert koton kazaktan başka ne bir ceket ne de bir yağmurluk vardı. Kazağı da sıkılacak vaziyetteydi.
Nefis görünüyor diye düşünmekten kendini almadı Cas. Adam belli ki yağmur yemişti ancak Cas gözlerinin ona bahşettiği manzarayla kalbindeki senfoniyi bastırabilecek gücü o an için kendisinde bulamadı.
"Dean?" dedi solurcasına. Sesi uykunun getirdiği hafif pürüzleri ve bariz şaşkınlığının tonlarını taşıyordu.
"Selam, Cas." dedi karşısındaki köpek yavrusunu andıran ıslak vaziyetiyle bile cehennem kadar ateşli olan adam. "Bugün burada seninle kalabilir miyim?"
***
alright fellas, here we go again.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wisteria // Destiel
FanfictionMor salkımların altındalardı ve maviler yeşillere düşmekten kendini alamıyordu.