2. Bölüm 'Çatışma'

1.8K 121 27
                                    

Selamlar,

Geldik öykümüzün 2. bölümüne. Artık aradan 10 yıl geçmiştir, kahramanlarımız da büyüyüp, serpilmiştir.  :)

_____

"Sıkışıp kalmış, zavallı yavru." Gök, suratı asık bir şekilde ağacın tepesine bakındı. Daha yeni tüylenip, uçmaya yeltenmiş kartal yavrusuydu bu. Belli ki ilk denemesi kötü bitmiş, ağaçlardan birinin dalları arasında sıkışıp kalmıştı. Hareket edemediğine göre ya çok korkmuştu; cesareti yoktu ya da kanatları zarar görmüştü. Yazık. Diye düşündü Gök. Öyleyse hayatın acımasızlığına şimdiden yenilmişti. Maalesef hayvanlar, insanlar gibi değildi. En zayıf insanı bile illa koruyup kollayan bir başka, güçlü insan çıkıyordu. Gerçi, ağabeyi Ay'ın dediğine göre; güçlünün zalim olduğu diyarlar, varmış. Orada zayıfı koruyan, kollayan olmadığı gibi zayıfın zaaflarından yararlanıp, zulüm ederlermiş.

Gök bir an hayvanı kaderine terk etmeyi düşünürken, bu gerçek aklına gelir gelmez, vazgeçti. İster insan ister hayvan hatta isterse bitki olsun; her canlı korunmayı hak ederdi ve bu sorumluluk da bir insan olarak, kendisine aitti. Bu hayvanı böyle bırakır ise ya acından ya da soğuktan ölürdü. Bahar ha geldi geliyordu; gündüzleri ılımaya başlayan hava; geceleyin hala buz gibiydi. Gök, bir bacağına bir ağaca baktı. Bıkkın bir iç çekti. Daha geçen hafta ağaca tırmanayım derken, düşmüş; çatlatmıştı. Artık üstüne basabiliyordu ama ağaca tırmanacak kadar iyi değildi. Zavallı kuşun acı dolu çığlığını duyunca yüzünü buruşturdu.

"Ne oluyor burada?"

"Abla!"

Gökbörü yine sessiz sedasız, bir anda ortaya çıkmıştı. Genç kız, 10 yıl önce buraya geldiği zaman sessiz, ürkek ama meraklı bakışlarla çevresini süzüyordu. O zamanlar beş yaşlarında olduğu için şimdi çok net hatırlamıyordu ama hayatına girdikten sonra gardaşları ile onu bacı olarak bellemesi bu yüzden daha kolay olmuştu.

"Zavallı kartal yavrusu." diyerek, ağacı işaret etti. "Sıkışıp kalmış, hareket edemiyor."

"Sen de daha geçen haftaki macerana rağmen, tek başına kurtarma işine girişecektin?" dedi sert bir şekilde.

Gök yutkundu. Gökbörü, büyüdükçe serpilmiş, dillenmiş ve sertleşmişti. Belki de hep sertti, bilemiyordu. Üzerinde erkeksi şekilde kesilmiş pantolon ve kaftan vardı. Belindeki pusatı ile bir alp kız olarak yetişmişti. Boz renginde olduğunu hatırladığı saçlarını, yine boz renginde bir post ile örtmüştü. Tahminen geldiğinden beri peşinden ayrılmayan gökbörü sürüsünden birine aitti kafasına taktığı post. Gözlerine ise simsiyah boya çekmiş, sert bakışlarını daha da ürkütücü hale getirmişti. Garip bir kızdı. Genelde içine kapanık olmayı, börüleri ile zaman geçirmeyi severdi. Ondan, seviyor olsa da, çekiniyordu. Zaten bir ondan bir de Gün ağabeyinden çekiniyordu. İki de çok sertti. Bu yüzden diğer ağabeylerinin yanından çok daha rahattı. Gün ağabeyi, bir çok yönden babası Oğuz'a benziyordu.

"Sanırım Gün ağabeyimin kuşlarından biri. Haber etsen? Gelsin, alsın."

"O huysuzla hiç uğraşamam." dedi Gökbörü ve bir çırpıda ağaca tırmanmaya başladı. O anda ateş saçan bir çift gözle karşı karşıya geldi. Bu obaya gelip, Oğuz Kağan'ın evlatlığı olduğu günden en net hatırladığı şeylerden biri de bu ateş saçan, bakır renkli gözlerdi; güneş vurduğunda aynen ateş toplarına benziyordu. Bir an öylece baktı. Bir türlü bu adamla anlaşamamıştı. Sürekli kavga etmekten bir süre sonra ikisine de gına gelmiş, olabildiğince birbirinden uzak durmayı seçmişlerdi.

Gün Bey başıyla aşağıyı işaret etti. "Gök gibi sen de bir yerini incitme şimdi. İn aşağı. Benim yavrum, ben alırım."

"Senden daha hafifim. Dalları kırıp da yavruya zarar vermeyesin, ağabey." Ağabey lafını bilhassa üstüne basa basa söylemişti. O an, ne kadar mümkün ise, Gün'ün gözleri daha da ateş saçmıştı. O an bu kızı, öfkesi ile yakıp kavurabilirdi. Gökbörü'nün kendisine 'ağabey' demesinden hoşlanmıyordu. En başından beri reddediği bir sıfattı.

Gökbörü ve Oğuz Kağan (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin