Bir savaştan bir diğer savaşa... Serinin bu cildini en çok sevme nedenim de bu; paso savaş var. Heyecan hiç durulmuyor. :D
__________
Buz Dağı dört mevsim kar ve buzullarla kaplı bir yerdi. Buraya tırmanmak elbette ki imkansız değildi, ama en güvenli yol bile zorlayıcıydı. Fakat bu bölgede yaşayan Tatar Bey ve halkı deneyimliydi, muhtemelen onlardan daha hızlı ve kolay tırmanan olamazdı.
Avutmuş Bey, dağın eteklerine geldiğinde, şimdilik yanına 10 adam alarak, dağı tırmanma kararı almış ve bunun için güney kısmını tercih etmişti. En az beş altı saatlik bir yürüyüşten sonra düzlük bir alana geldi ve kamp kurdu. Burası Tatar Beyinin obasının zaman zaman koç sürülerini de otlattığı bir yerdi. Avutmuş Bey eğer şimdi tırmanmaya devam eder ise gün batışına denk gelecekti ve bir daha düz bir alana gelme imkanı yoktu. Ertesi gün olduğunda bey ve alpleri yola devam edip, Buzul Göl'de kısa bir an duraklayıp, kırbalarına takviye yapmaya niyetlenseler de gölü don kaplamıştı, bu yüzden yola devam ettiler. Nasıl olsa yol boyunca başka su kaynakları da vardı. Sonunda akşama doğru zirveye ulaştılar.
Tatar Bey'in alpleri onları bekliyordu; elleri pusatlarında, yayları çekilmiş bir halde. "Ulu Kağanımızın elçisiyim, Tatar Bey'e ondan haber getirdim." dedi Avutmuş Bey.
Nöbetçiler kararsız kalmış gibi birbirlerine baktılar.
"Oğuz Kağan'dan bahsederim, yoksa şimdiden namını unuttunuz mu?"
Nöbetçilerden uzun olanı, "Oğuz Kağanı elbet biliriz." dedi ters bir şekilde.
"O zaman neden hala bekletilirim? Size zarar vermeye niyetli olsam, buraya tümenimle çıkardım."
Nöbetçiler bir iki saniye daha şüphe ile birbirlerine baktıktan sonra, Avutmuş Bey'i doğruca Tatar Bey'e götürdüler. Genç Bey bu kadar karın arasında zorlanarak çıktıktan sonra nispeten daha rahat bir zeminde yürümenin keyfine vardı. Avutmuş Bey soğuk ve karı hiç sevmiyordu, bu yüzden Oğuz Kağan için olmasa hayatta bu buzul dağa çıkmazdı.
Beyin otağına giderken kendisine ürkekçe bakan halkı görmeden edemedi. Acaba Oğuz Kağan'ın onları yok etmesi için mi gönderildiğini düşünüyorlardı? Gerçi çok yanlış bir düşünce olmazdı, şimdi veya daha sonra da olsa eğer itaat etmezler ise Oğuz Kağan bunun hesabını soracaktı. Nöbetçiler kendisini beklediklerine göre, en başından beri dağa tırmanırken kendisini izliyorlardı. Bu iyiydi, korku ile pişmanlık duymaları, kararlarından dönmelerini kolaylaştırırdı, hele ki Oğuz Kağan'ın onları affedip, kıyın vermeyeceğini öğrendiklerinde.
Otağa girmeden önce pusatları elinden alındı ve yanında bayganlardan biri ile içeri girdi. Tatar Bey postunda oturmuş, misafirini bekliyordu. Tatar Bey ve halkına ilk bakıldığında kendi insanlarına çok benziyorlardı; gerek yaşamları gerekse inanç olarak ama renk olarak bazı farkları vardı. Orta yaşlardaki Tatar Bey, orta boylu ve iri biriydi; sert siyah bakışlı ve esmerdi. Aynı zamanda teni yağız yer gibiydi. Bu genel olarak halkının özellikleriydi. Oğuz Kağan, Tatar Bey ve halkına özel düşkünlüğünün sebebini "Aynı babadan olma iki gardaşız." diyerek ifade ederdi. Maalesef Tatar Beyin insanları savaşmada kendilerinden farksız olsa da iş yönetmeye geldiğinde zayıf kaçıyorlardı. Her ağabey, küçük gardaşını koruyup kollamalı ve himaye etmeliydi. Bu yüzden de Oğuz Kağan, onları yanından ayırmazdı.
"Hoş gelmişin Avutmuş Bey." dedi Tatar Bey.
"Hoş bulmadık, Tatar Beyim. Gardaşlarımız ne zamandan beri bizi pusatlarla karşılar oldu? Ne zamandır gardaşlarımızın başını görmeyi istemek, şüphe ile karşılanır oldu? Düşman mıyız ki bihaberiz? Varsa böyle bir ahval, de de bilelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökbörü ve Oğuz Kağan (Kitap Oldu)
Historical Fiction#Tarihi ve #Fantastik türde Gökbörü Serisinin 1. kitabı. "Güneyden bir ışık düştü ve içinden gök yeleli bir börü çıktı." Oğuz Kağan, hükümdarlığının ilk yıllarındayken; av sırasında bir kurt sürüsünün arasında büyümüş, Gökbörü ismini verdiği küçük...