Selamlar,
Yeni hedef Uruz Kağan'ın diyarı! İleri! Pusatını kapan gelsin. :)
_______________
Birkaç gün içerisinde ordu yeniden toparlanmıştı. Atanas Bey, bu topraklara, şimdilik geçici de olsa, bey olduğu için geride kalmıştı. Oğuz ve ordusu, halkı ile batıya doğru yol alarak Uruz Kağan'ın diyarına doğru yol alıyordu. Ulug Ordu Beyin adamlarından haber gelmişti; Urum, gardaşı Uruz Kağan'ın yanına sığınmıştı ve Urum, şu an bu durumdan oldukça hoşnutsuzdu; Oğuz Kağan'a öfke besliyordu.
"Ayrıca, Uruz Kağan, yegane oğlunu sınır şehrine baygan etmiş." dedi Ulug Ordu Bey. "Uruz'un diyarına girmek için ilk önce o şehri almamız lazım gelir, kağanım."
"Peki, bu genç nasıl biridir?"
"Güçlü ve akıllı bir savaşçı olduğunu duydum. En büyük oğlu hayatta olduğu zamanlar bile Uruz Kağan, en genç oğlunu ordularına komutan etmiş. Oğlunun muhakeme yeteneğine güvendiği, akıl danıştığı söyleniyor. Başından beri hanlığına baş etmek istediği küçük oğludur."
"Bir de biz bu oğul ile görüşelim. Bakalım gözleri ve kulakları ne kadar keskin; aklı ne kadar sivri."
Ay Bey atı ile dört nala gelene kadar, Oğuz ve Ordu Bey istişare yapmaya devam ediyordu. Genç Bey sıkıntılı bir ifade ile babasına selam verdi.
"Ne oldu, oğul?"
"Baba, itil müren boydan boya coğrafyayı kaplamaktadır. Geçecek uygun bir yer aradık ama, büyüklüğü neredeyse itil denizi gibi, geçit vermiyor. Kış olaydı, donmasından yararlanırdık, ama bu hali ile müren geçilemez."
Oğuz Kağan sıkıntılı bir halde atının üzerinde kıpırdadı, sonra da kan gardaşına döndü. "Bir de biz gidip bakalım."
Oğuz, itil mürene geldiğinde, oğlunun da söylediği gibi neredeyse deniz kadar geniş bir nehirle karşılaştı. Yüzmedikleri sürece veya kışın donmadığı sürece karşıya geçemezlerdi. Belki bir avuç insanı geçirebilirdi ama bir ordunun geçmesi gerekiyordu ve bu hali ile imkan vermiyordu.
"Beyim..."dedi Ulug Ordu Bey, "kayıkla karşıya geçebiliriz."
"Üç beş değil, on binlerce alp var, Ordu Bey."
"O zaman biz de ona göre bir kayık yaparız."
Oğuz Kağan şaşkın bir şekilde gardaşına döndü. Gözlerindeki parıltı ve dudağındaki tebessümle Ordu Bey'in ne yapacağını çok iyi bildiğini gördü. Oğuz, başını salladı. "Bu işi sana bırakıyorum, kan gardaşım. Beni hayal kırıklığına uğratmayacağını bilirim."
Ulug Ordu Bey başıyla kağanını selamladı. "Debek Bey ve ustalarına ihtiyacım vardır. Ve elbette ki ıgaççılara da."
Oğuz, oğluna baktı. "Ay Bey istediğin her şeyi karşılayacak."
Bu coğrafyada oldukça büyük bir orman ve sağlam ağaçlar vardı. Ulug Ordu Bey, Temirçi Debek ve Temir'e istediklerini bir bir anlattıktan sonra, ıgaççılara bizzat kendi çizdiği çizimleri dağıttı. Herkes neyi nasıl yapması gerektiğini öğrendikten sonra geriye bir tek kayıklar için tahta temini kalıyordu. Bunu da Gün Bey halletmiş; alplerini ağaç kesmesi için ormana göndermişti. İki gün içerisinde binlerce alp, binlerce ağacı kesip Ordu Bey'in önüne yığdı. Onlarca ıgaççı da ağaçları yonttu, oydu ve şekil verdi. Temirçiler de tahtaların sağlam bir şekilde birleşmesi için demirlerden çiviler ve plakalar yapmaya başladı. Bu durum aşağı yukarı bir ay sürmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökbörü ve Oğuz Kağan (Kitap Oldu)
Narrativa Storica#Tarihi ve #Fantastik türde Gökbörü Serisinin 1. kitabı. "Güneyden bir ışık düştü ve içinden gök yeleli bir börü çıktı." Oğuz Kağan, hükümdarlığının ilk yıllarındayken; av sırasında bir kurt sürüsünün arasında büyümüş, Gökbörü ismini verdiği küçük...