Gökbörü sırtını bir ağaca yaslamış, derin nefesler alıp veriyordu. Çevresinde börüler uzanmış, aynı Gökbörü gibi derin nefes alıp veriyorlardı; birkaç dakika öncesine kadar orman içerisinde koşuşturmuş, avlanmışlardı. Şimdi ise sıra gölün kenarında dinlenmekteydi.
Gökbörü, başını bacağına yatırmış sürünün kendisinden sonraki liderinin başını okşar iken aklı geçmişine takıldı. Zaman zaman istemese de ana babasının kim olduğunu düşünürken buluyordu kendisini. Bir çok insana göre daha keskin bir hafızaya sahip olup; çok minik yaşlardaki hallerini birkaç anıyla hatırlasa da ne anasının ne de babasının yüzünü hatırlayamıyordu. Neden onu ormana terk etmişlerdi? Yoksa Gökçe ve Yapurgak ananın düşündüğü gibi öldürülmüş olabilirler miydi? Ne kadar sorarsa sorsun börülerinden de bir cevap alamıyordu. Onlar, onu sadece ormanda bulmuştu.
Ailesi kimdi? Obası neresiydi? Kaçıyorlar mıydı? Yoksa Oğuz Kağan'ın dediği gibi bir ateş topu ile mi yeryüzüne gelmişti? Gerçi Oğuz babası, bunu şaka olarak dillendirip; genç kızın neşelendirmek istiyordu. Ama olabilirdi de hani. Hayat her şeye gebeydi. Bazen aklına çok çirkin bir ilişkinin ürünü olabileceği geliyor; anasının ölmemek için kendisini ormana bırakmış olduğunu düşünüyordu. Böyle bir şey halkı arasında neredeyse hiç olmazdı ama insanın olduğu yerde her şey mümkündü. Bunu dillendirdiğinde Ulug Bey, "Böyle bir geçmişin olduğunu sanmam. Sen sıra dışı bir insansın; doğaüstü bir parçan var. Bilmesen bile ailenin anısını yok yere kirletme, sonra üzülürsün." demişti.
"Sanki ileride öğreneceğim!" dedi Gökbörü kızgınlıkla. O an kurdu başını kaldırır gibi oldu ama sonra yeniden Gökbörü'nün bacağına yaslandı.
Genç kız bıkkın bir şekilde nefesini dışarı verdi.
"Neyi öğreneceksin?"
Gökbörü anında gerildi; keyfi daha da bozuldu; sesi tanımıştı. Şu an onunla uğraşacak havada değildi.
"Git başımdan." dedi tersleyerek.
Gün Bey, umursamadan Gökbörü'nün karşısındaki ağaca geçti; altına peştamelini koyup, oturdu. Boz kurtlar da o da birbirlerine o kadar alışmıştı ki rahatsızlık duymuyordu; her biri umursamaz bir şekilde uyumaya devam etti.
Bir kuş sesi gelince, Gökbörü kafasını kaldırdı. Büyük bir kartal, Gün'ün oturduğu ağacın tepesine konmuştu. Kendisi nasıl boz börüler ile yakın ise o da kartlar ile yakındı. Çocukluğundan beri kartallar ile iletişim kurmayı başarmış; o nereye gitse kartalları da onu takip etmişti. Gökbörü, aralarındaki ilişkinin, kendisi ve börüleri gibi mi olduğunu merak ediyordu ama hiç sormamıştı. Zira Gün asla ona cevap vermezdi; onun yakınında olmasından, yalnız kalmaktan hoşlanmıyordu.
"Eee?" dedi Gün.
"Eee ne?"
"Gitmeyecek misin?"
"Sebep?"
"Yüzmeye geldim. Hava çok sıcak, yıkanmam gerekir."
"Sarı Göl'e git."
"Dalga mı geçiyorsun? Tuzlu bir suda yıkanmak için kilometrelerce yol katetmemi mi istiyorsun?"
"O zaman hemen aşağıdaki Kamışlı Göl'e git."
"Sen kesinle benimle dalga geçiyorsun. Orası da tuzlu!"
"Benim sorunum değil."
"Bana bak, Gökbörü! Babama verdiğim sözü tutup, seninle iyi geçinmeye çalışıyorum ama sen beni zorluyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökbörü ve Oğuz Kağan (Kitap Oldu)
Ficción histórica#Tarihi ve #Fantastik türde Gökbörü Serisinin 1. kitabı. "Güneyden bir ışık düştü ve içinden gök yeleli bir börü çıktı." Oğuz Kağan, hükümdarlığının ilk yıllarındayken; av sırasında bir kurt sürüsünün arasında büyümüş, Gökbörü ismini verdiği küçük...