Korku; gerçek bir tehlikenin ya da tehlike olasılığının, düşüncesinin uyandırdığı kaygı duygusu. Panik atak ise kişide ansızın kendini gösteren, belli bir duruma bağlı, kişinin fiziksel varlığını da etkileyebilen büyük korku.
Kelime anlamına bakılırsa bende şuan için her ikisi de vardı ve bana en uygun olan terim kesinlikle porkuydu. İkisinin karışımı olarak bu terimi ortaya çıkarmıştım ve her söylediğimde kulak tırmalayan telaffuzuyla beni daha çok tedirgin ediyordu.
Bacaklarımı hiç bu kadar savunmasız hissetmemiştim. Omuzlarımda daha önce hiç hissetmediğim boyutta bir ağrı, kaburgalarımda nefesimi kısıtlayan derin bir sis kümesi vardı sanki.
Tenime çarpan soğuk hava, saçlarımı savurarak hayalet parmaklarını boğazıma doluyordu. Nefes almakta oldukça zorlanıyordum ama bir süre daha burada dikilirsem donarak ölecektim.
Tırnaklarımı sertçe avucuma bastırdım. Küçük bir acı bedenimde yayılarak beni harekete geçirdiğinde ne kadar aptal olduğumu tekrar sorguladım. Chris'i bu işe bulaştırmak akılsızca yaptığım hareketlerin en büyüğüydü. Eğer cesaretli biri olsaydım buna gerek duymazdım ve alacağım yanıt ne olursa olsun Grant'e tüm duygularımı söylerdim.
Bense korkakların yolunu seçmiştim.
Chris'in büyük bir hayal kırıklığı yaşayacağını sanmıyordum çünkü bu sabah bile kız hokey takımından Kimmy ile soyunma odasında maç öncesi oldukça şehveti bir antrenman yaptıklarına bizzat şahit olmuştum.
Gergince parmaklarımı saçlarımda gezdirdim ve terleyen ellerimi kotuma silerek kapıya doğru yöneldim. Müzik sesi tüm sokakta yankılanıyordu. Birkaç genç baygın bir şekilde bahçeye dağılmış, en acı verici olanı ise posta kutusundan destek alarak tükettiği alkolü öğürmekle uğraşıyordu.
Kapı aralıktı. Girişte de penetrator grubundan birkaç kişi bekliyordu. Sarhoş olanlar ya da herhangi bir sorun çıkaran olursa diye günün bekçiliğini onlar üstlenmişti. Kapıdan süzülerek müziğin kulak uğuldatan ortamına girdiğimde bunu özellikle bir parti de yapacağım hiç aklıma gelmemişti.
En azından daha sakin ve sadece ikimizin olacağı bir ortamı tercih ederdim böylece vereceği tepkiye karşılık onu telkin etmek daha kolay olurdu. Partinin çoğu son sınıf öğrencilerinden oluşuyordu alt sınıflardan da sadece kızlar vardı.
Özellikle bir penetrator partisinde birinci sınıf bir erkeğin olma olasılığı oldukça düşüktü. Sadece bazıları kabul ediyor, geri kalanı ise kapının bir metre yakınına bile yaklaştırılmıyordu. Parmak uçlarımda kalkarak odayı taradım ama Chris'i görmek neredeyse imkansızdı.
Birincisi ben çok kısaydım. İkincisi de içerisi fazla kalabalıktı.
Mavimsi bardaklarla donatılmış masaya doğru ilerledim ama içten içe buradan en kısa yoldan nasıl kaçabilirim diye düşünüyordum. Yüzüme gelen büyük bir duman kütlesini elimle sallayarak dağıttım ve yoluma devam ettim.
''Mya!'' arkamdan yükselen ses müzikle karışarak kulağıma ulaştığında topuklarım üzerinde dönerek sesin kaynağına odaklandım.
''Kendra ilk defa bir işe yaradı sanırım.''
Sed gülerek önümde durduğunda geniş omuzları yüzünden bütün görüşümü kapatıyordu. Adımı bildiğini bile yeni öğreniyordum ama bu aralar şaşırma kapasitemi fazlasıyla doldurduğum için normal bir şekilde karşılamakla yetindim.
Gergin bir tebessümle olduğum yerde kıpırdandım. Sed şuan için planımda yoktu. Tek istediğim Chris'le konuşmak ve ardından Grant'i görmeye gitmekti. Ailevi durumlarından dolayı neredeyse bir haftadır konuşamamıştık ve onu fazlasıyla merak ediyordum.
''Kırmak istemedim'' diye yanıtladım sorgulayan bakışlarına karşılık. Gülümsemesi tekrar büyürken kahverengi gözleri de onunla beraber ışıldadı.
Sed elinde tuttuğu bardağı bana doğru uzattı bunu yaparken bile yüzünde oluşan gülümseme hala silinmemişti.
Bakışlarımı üzerinde gezdirirken telefonum huzursuzca cebimde titreşti. Sanırım bu bir çağrı mesajıydı. Yavaş yavaş sona doğru yaklaşıyordum ve bunun nasıl sonlanacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Bardağa giden parmaklarım bir anda yön değiştirerek cebime ulaştı ve telefonu sıkışmış olduğu yerden sıyırarak aceleyle ekran kilitini kaydırdı.
Tahmin ettiğim gibi Chris'ten gelmişti.
Chris: 2.kat soldan birinci oda
Mesaj fazlasıyla anlaşılır ve sadeydi. Ekranı kapatarak tekrar cebime sıkıştırdım. Sanırım artık yüzleşmemin zamanı gelmişti.
Sed'in bakışları merakla yüzümde gezinirken hafifçe gülümseyerek ''birazdan gelirim'' diye yanıtladım. Sesimi duyurmak için gereksiz bir enerji sarf etmiştim.
Sed başını sallayarak yana doğru çekildi ve geçmem için yolu açtı. İri bedeni görüşümden hızla kaybolurken merdivenlere doğru ilerleyerek derin bir nefes aldım. Bunu gerçekten yapacak mıydım? Ne tepki verecekti? Ya da çok kızar mıydı?
Aklımdan bin bir türlü soru geçiyordu. Hepsini silerek yok etmek istiyordum ama şuan için zihnimi ölü bir yığın olmaktan çıkarıp canlılık katan tek şeyde bu aptal sorulardı. Dizlerimde hissettiğim acı, geriye dönüp kaçmam için beni teşvik ediyordu ama onu görmezden gelerek ikinci kata ulaştım.
Sağ tarafta tek bir oda vardı. Solda ise iki tane ama birkaç adımlık mesafede bana asıl lazım olan ölüm odası duruyordu. Parmaklarım istemsiz bir şekilde saçlarıma gitti ve köklerini çekiştirerek zihnimi diri tutmak için büyük bir çaba sarf etti.
Bu korkuyu en son geçen ay gittiğim diş doktorunda sıra beklerken hissetmiştim. O kadar berbattı ki birileri sanki içimi açıp midemi sökmeye çalışıyordu. Titreyen nefesimi kontrol etmeye çalışarak ağır adımlarla kapıya ilerledim ve dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım.
Ya şimdi ya hiç.
Donmuş vaziyette olan parmaklarımla kapının tokmağına ulaştığımda zihnimi bulandıran sorular iki katına çıkmıştı. Kirpiklerim elmacık kemiklerimde birkaç saniyeliğine dinlendi ama yinede bu beni rahatlatmaya yetmemişti.
Havada süzülen oksijeni ciğerlerime topladım. Belki de başıma gelecekleri hak etmiştim. Baştan beri hatalı olan bendim ve içine sıkıştığım durumu günden güne berbat hale getiren yine ben olmuştum.
O gün Leslie yerine kendi fotoğrafı mı atmış olsaydım hayatım şimdi nasıl olurdu?
Aklımda tonlarca ağırlıkta sorular vardı ama en baskın olanı kesinlikle buydu. Sanırım asla bunun cevabını öğrenemeyecektim. Sadece benim zihnimde yer edinecek ve benimkinde kalacaktı.
Kapıyı yavaşça araladığımda şimdiden birkaç cümleyi kendi çapımda hazırlamıştım. Bakışlarım odaya kaydığında beni tutan bacaklarım biranda cansız birer çubuğa dönüşmüştü sanki. Tutuşumdan dolayı beyazlayan parmaklarım daha sert bir şekilde kapıdan destek alırken gözlerim korkuyla açıldı.
Ben artık ölüydüm.
Ölüydüm ve mezarımda tam burası olacaktı.
Chris kollarını göğsünde birleştirmiş, sırtını duvara yaslayarak elinde tutuğu şişeyi yudumlamakla meşguldü. Gözleri benimkilerle buluştuğunda dudaklarına küçük bir ıslaklık vererek yüzünde oluşan alaycı gülümsemeyle bana doğru baktı.
Leslie ise kaşlarını çatmış her an beni öldürecekmiş gibi duran ifadesiyle dizinde ağırca ritim tutuyordu. Beni asıl bitirense yüzünde mimik bile oynamayan Grant olmuştu. Düz bir ifadeyle bana bakıyor gözlerini bile kırpmıyordu.
Ne düşündüğünü merak ediyordum. Ona her şeyi anlatmak, tek amacımın onu korumak olduğunu haykırmak istiyordum ama bunu yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Eminim bundan sonrasında beni görmek bile istemeyecekti.
Adımlarım ağırca geriye doğru çekildiğinde puslanan gözlerime daha fazla dayanamayarak sıcak bir ıslaklığın yanağımdan süzülmesine izin verdim.
Bu gerçekleşiyor olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Drama // Chris Schistad
FanfictionI swear i was in love with you but sometimes words don't work