Bir İyilik

367 25 16
                                    

Azel

Gece koyu karanlığa bürünürken, ayakkabılarımın sesi boş sokakta yankılandı. Gözlerimi kırık, kirli camlarda, boyası dökülmüş binalarda gezdirdim. Hiçbir ses yoktu. Hiçbir yaşam belirtisi... Telefonumdan gelen ses, bütün sokağı inletince durdum. Sıcak çaydan kızarmış, soğuktan nasibini almış elimi cebime atarak telefonumu çıkarttım. Cevaplayarak kulağıma götürdüm.

"Efendim, İt'in izini bulduk."

Gülümsedim.

Telefonu kapattım.

Adımlarımı ters yöne çevirdim ve ilerledim.

Donmuştum, ancak soğuktan değildi. Kendimi boş hissediyordum. Yahut damarlarımda akan intikam ateşine alışmıştım. Emin değildim ve çok da düşünmüyordum. Arabaya geldiğimde karşıdan Eslem geliyordu. Şafak sökmek üzereydi. 1-2 saate hava açılır, güneş yine çevreyi boyardı.

"İt'in izini bulmuşlar." Eslem dişlerini sıktı. Ardından gülümsedi ve o gülümseme benim bile kanımı dondurdu. Hızla arabaya bindik ve gelen adrese ilerledik. Saatlerdir o itleri arıyorduk ve nihayet birşeyler yakalayabilmiştik. Depo tarzı bir yere geldiğimizde, arabayı ani bir frenle durdurdum. Hızla arabadan inip kapıya doğru ilerledik. Adamlarımız büyük ihtimalle içeridelerdi, o yüzden etrafı kolaçan etmeden tek hamlede kapıyı açarak içeriye adımımı attım. Etrafa dağılmış yaklaşık 40 adamımızda gözlerimi gezdirdim. Tunç bana doğru geldi ve ellerini arkasında birleştirerek çapraz solumda durdu.

"Konuşturdunuz mu?" Dediğimde, başını yere eğerek sağa sola salladı. Derin bir nefes aldım, Tunç konuşturamadıysa bizim konuşturmamız zordu. Demek ki 'sert' kullanmam gerekecekti. Tunç'u başımla onayladım. Bize adamların yanına kadar rehberlik etti.

"Depo kimin?" Tunç, Eslem'e döndü.

"Tarlabaşı sahipleriyle konuştum. Adamlarından birisinin mıntıkasına dahilmiş. İstediğiniz gibi kullanın dedi," dediğinde kaşlarımı çattım. Ancak Tunç, daha ben ağzımı açamadan demek istediğimi anladı ve yanıtını verdi.

"Merak etmeyin efendim. Sadece Kızıl Çete olarak biliyorlar." Başımla onayladım. Kimliğimiz gizli tutulmalıydı. Dolapdere'deki insanlardan ses çıkmazdı. Zaten ilk geçtiğimizde sahipleri kız diye çok söylentiler yayılmış, hepsine de ağızlarının payını vermiştik. Ancak yıllar içerisinde bazı mıntıkaların sahipleri değişmişti. Şu anda çoğu yerin sahiplerinin babaları bizleri tanırdı. Çünkü Dolapdere dışında herkes, mıntıkasının başına oğlunu geçirir, bir nevi koltuk devri yapılırdı. Veliahtlık yoluyla ilerlenirdi. Dolapdere'de işler öyle değildi. Kim güçlüyse, sahip o olurdu. Sadece fiziksel güçten bahsetmiyorum, akıl ve zekaya dayalı bir çok test yapılırdı. Bunu ise semtin en yaşlıları yapar, geleceğe doğru en iyi yatırımları yapabilecek olan kişi seçilirdi. Evet, ciddi bir sistem vardı. Boşverilip geçilinebilecek şeyler değildi. En azından 'normal' insanların güvenliği için... çünkü tehlikeye meyilli insanları başı boş bırakırsak, olaylar durdurulamaz hale gelirdi.

Karşımda bağlanmış duran 10 adama baktım. Yarısını konuşamayacak halde gördüğümde Tunç'a döndüm. Tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

"Ne bunların hali?" dediğimde, gözlerini adamların üzerinde gezdirdi.

"Rahat durmadılar," dediğinde bakışlarımı sağlam kalanlarınların üzerinde dolaşırdım. Kimi bizden büyük yirmili yaşların sonlarındaydı. Kimiyle ise aramızda taş çatlasa 2-3 yaş vardı. Hafif ayık olan, sarışın adamın yanına yürüdüm. Önünde durduğumda, arsız bakışlarıyla önce bedenimi, sonra yüzümü süzdü. Dişlerimi sıkarak sağ ayağımı bacaklarının arasındaki boşluğa koydum. Sağ dirseğimi dizimin üzerine yerleştirip öne eğildim. Gözleri, eğilmemele hafifi dekolte veren göğüslerime indi. Dudağının kenarı pis bir sırıtışla havaya kalktı.

KIZIL ÇETEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin