PvM-4

539 18 12
                                    

"Belki de hayatımın dönüm noktalarından biri de o gece odama giren yabancının peşine düşmek olmuştu." dedim beni merakla dinleyen küçük çocuğa. Bir yandan bana meraklı gözlerle bakıyor, bir yandan da ona aldığım simiti yiyordu. Derin bir nefes alıp anlatmaya devam ettim.
"O gece sabaha kadar yarı açık gözlerle kesik kesik uyanarak uyumuştum. O gün, her zaman olduğumdan biraz daha yorgundum. Gözlerim uykusuzluktan çökmüştü, gün boyunca hiçbir şey yiyememiştim ve..Barış'ı o gün hiç görmemiştim. Ertesi günde ve ondan bir sonraki gün de..
Günler geçiyordu. Ve ben, o gece odama giren yabancıyı daha çok merak ediyordum. Sadece bir hayal miydi, yoksa biri gerçekten girmiş miydi? Gölgeli keskin hatlı yüzünü anımsıyordum sadece. Ancak o gölgenin ardındaki bakışları.. hatırlayamıyordum. Akşam yatağımda oturmuş bu anı düşünürken aklıma bir plan gelmişti.
O gece penceremi açık bıraktım. Bunu yaparken biraz korksam da sonucu bir hiç olsa dahi bu planı uygulayacaktım. Ve biliyordum..o gece onu tekrar yatağımın baş ucundaki koltukta oturup beni izlerken göreceğimi biliyordum.
Gecenin ardında bıraktığı soğuk rüzgar,odama girip perdelerimi uçuş uçuş yaparken irkilip gözlerimi açtım. Ancak sonrasında yaşadığım hayal kırıklığının haddi hesabı yoktu. O silüeti koltukta otururken görmedim. "Belki.." diye geçirdim içimden. "Belki gelir."
Ancak ne yazık ki gün aymak üzereydi. Güneşin doğuşu gökyüzünde kızılımsı izler bırakıyordu.
"Onu bir daha göremeyeceğim." diye geçirdim içimden. Pencereden dışarıya bakmaya devam ettim bir süre. Daha sonra sokak lambasının yanındaki siyah kapüşonlu adam dikkatimi çekti. Oydu işte. Oradaydı.
Yatağımın üzerindeki hırkayı alıp bir hışımla evden çıktım. Koşarak sokak lambasının yanına vardım. Orada yoktu. Sağıma bakındım, soluma bakındım. Çalılıkların arasına bile bakmıştım. Ama yoktu, gitmişti. Gözlerim dolmuştu. Dokunsan ağlayacak durumdaydım.."
"Sonra ne oldu abla?"
Bir süre gözlerimi denizde gezdirdim. Şimdi gelecek, kollarını boynuma saracak ve beni kulağımın arkasından öpecekmiş gibi hissediyordum. Arkama bakındım. Belki ordadır diye..yoktu.
"Eve girdim. O sabah uyandıktan sonra bir daha uyumamıştım.
Kahvaltıya indiğimde her zaman ki gibi annem benim masaya oturmamı bekliyordu.
Yüzüm asık, gözlerim uykusuzluktan kan çanağına dönmüş bir vaziyette annemin karşısındaki sandalyeye oturdum. Annem, elindeki tabletini bıraktı ve bana göz ucuyla baktıktan sonra konuşmaya başladı.
"Mavi? Bir sorun mu var?"
Tabağımı salatalıkla doldururken gözlerimi annemden kaçırdım.
"Ne gibi?"
"Bilmem. Bir sorun varsa anlatabilirsin. Alyalarda kaldığından beri iyi değilsin."
"Sadece biraz yorgunum anne. Bir sorun yok."
Ona onay veren bir bakış attığımda annem kendi tabağına odaklandı.
"Bu akşam yemek olduğunu biliyorsun değil mi?"
Ah! Doğru..annemin sevgilisiyle tanışma yemeği vardı. Nasıl unutmuştum!
Bir salatalığı ağzıma attım ve konuşmaya başladım.
"Unutmadım."
"Benim kredi kartımı alıp okuldan sonra alışverişe çıkabilirsin. Kendine yeni bişeyler almanın zamanı gelmiş."
"Benim dolabımı mı karıştırdın anne?!"
"Karıştırmak değil sadece akşam yemekte giyebileceğin elbiselere baktım." dedi kendinden emin bir şekilde.
"Tamam, bakarım."
"Bu arada Murat'ın oğlu da bize katılacak. Ona göre bir elbise al."
Neredeyse bir hafta olmuştu. Ve Barış, bir haftadır okulda değildi.."

"Nereye gitmişti peki?"
"Kim bilebilir?"

Bu cevabı verirken bile Barış hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Çok yakın, ancak bir o kadar da uzaktım ona. Aramızda ikimizin de aşamadığı duvarlar vardı. Ne ben onunkini, ne de o benimkini aşabilecek kadar cesurdu. Birbirini seven, ancak iş ciddileşince sorumluluk almaktan korkan iki ahmaktık sadece. Bedenlerimiz bir bütündü, ancak ruhlarımız birbiriyle çatışma içinde olan iki savaşçıydı.
Ben maviydim, o siyahtı. Aramızdaki tek bağlantı buydu belkide. Gündüz masmavi bir gökyüzü olan ben, duygularımı gece yalnızlığından yıldızların arkasına saklanan o siyah boşlukta yaşıyordum. Maviyi görmeden siyaha kavuşamazdı bir insan. Ben ne kadar gündüzsem, o da o kadar geceydi. Birbirimizden kopamıyorduk. Ben olmadan o, o olmadan ben bir hiçtim.

Yanımdaki çocuğa döndüm.

"Bu arada adın ne senin?"
"Samet."
"Memnun oldum Samet, ben de Mavi.." çocuğun lafını kesip cümleme devam ettim. "..ve biliyorum gözlerim mavi değil."

Soğuktan burnu kızarmıştı. Ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Ve simitini çoktan bitirmişti.
Boynumdaki atkıyı çıkarıp Samet'in boynuna doladım ve elimdeki eldivenleri ellerine giydirdim. Minnettar gözlerle bana bakarak teşekkür etti küçük çocuk.

"Sonra ne oldu peki?"
"O günde okula gelmemişti. Bende okuldan çıktıktan sonra alışverişe gittim. Üzerime mavi bir elbise almıştım. Çünkü adımı sevdiğim gibi mavi rengini de çok seviyordum." dedim çocuğun saçlarını ellerimle karıştırarak. Gülümsemeye başladı.
"O gün okuldan erken çıkmıştım. Alışverişten eve döndükten sonra ödevlerimi hallettim ve akşam yemeği için hazırlanmaya başladım. Duşumu aldıktan sonra saçlarımı kurutup, düzleştirdim ve uykusuzluktan çökmüş yüzüme renk gelmesi için makyaj yapmıştım. Her zaman olduğundan biraz daha özen göstermiştim çünkü annemin yanında sıradan biri gibi görünürsem beni öldürürdü. Dediğim gibi fazlasıyla mükemmeliyetçi bir kadındı ve asla bir hatayı affetmezdi. Topuklu ayakkabılarımı giyip boynuma ve biraz da bileklerime parfümümü sıkıp annemin odasının kapısını tıklattım.
"Anne hazır mısın?"
"Hazırım içeri gelebilirsin."
Kapıyı açıp içeri girdiğimde annem, her zaman olduğundan çok daha güzel görünüyodu. Annem henüz otuzlu yaşlarının başındaydı. Bana çok erken yaşta hamile kalmıştı. O yüzden bir nevi beni büyütürken kendisi de büyümüştü.
Yani otuzlu yaşlarda bir kadın nasıl giyinirse öyle giyinmişti. Kırmızı, biçimli vücut hatlarını belli eden dar romantik bir elbise giymişti. Saçlarını ensesinde dağınık bir topuz yapmıştı ve makyajını oldukça hafif tutmaya çalışmıştı. Annemi baştan aşağıya süzdüm. O da beni göz ucuyla süzdükten sonra memnun olmuş bir ifadeyle gülümsedi.
"Zevkini benden almışsın belli."
Böyle zamanlarda -yani annemi memnun ettiğim nadir zamanlarda- onu çok seviyordum. Tabi bu mutluluğunun asıl sebebi artık düğüne bir aydan az kalmış olmasıydı. Önceleri babamdan sonra gönül eğlendirmek istiyordur diye düşünmüştüm. Yani işlerin bu kadar ciddiye varacağını hiç tahmin etmemiştim.
Beraber aşağıya indik. Üzerime paltomu giyip beni dışarda bekleyen annemin arabasına bindim.
Restoranın kapısının önüne geçtim ve valeye paltomu verdim. Annemin arkasında onu takip ederken, kafam önde yerdeki kırmızı halıyı inceliyordum. Şimdi de oğlu çıktı başıma diye düşünürken kafamı kaldırmamla gördüğüm manzara ile olduğum yerde donakaldım. Barış, üzerinde smokini ile Murat'ın yanında oturuyordu. Annemle beni görünce ayağa kalkan Murat ile beraber Barış'ta ayaklanmıştı. Bir an idrak edemedim. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, ağzım bir karış açık kalmış bir şekilde sadece Barış'a bakıyordum.
Barış ise sanki daha önceden biliyormuş gibi rahattı. Yüz ifademden zevk alan bir gülümseme ile göz ucuyla beni süzüyordu.
Annem bana dönüp tanıtmaya başladı.
"Mavi bu Murat ve onun oğlu Barış.".."

"Ne yani Barış abi ve sen üvey kardeş misiniz?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp soruyu onayladım.

"Malesef."
"Şimdi ne olacak peki Mavi abla?"

Onun bu meraklı yüz ifadesine gülümseyip ellerimle saçlarını karıştırdım.

"İşte asıl hikaye tam bu noktada başlıyor."

PSİKOPAT ve MAVİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin