Kafamın içindeki çığlıklar daha da tizleşirken, önümdeki düşüncelerim kadar beyaz kağıdı, ruhum gibi kararmış, siyah mürekkeple karalıyordum. Hocanın anlattıkları zerre kadar umrumda değildi. Kağıt, karaladıkça incelmeye başlamıştı. Aklıma takılan saçma sapan sorular vardı. Zilin çalmasına 3 dakika kalmıştı. Kitaplarımı çantama koyup karaladığım kağıdı buruşturdum. Çıkış zili çaldığında çantamı omzuma taktım, hırkamı elime alıp Alya'nın yanıma gelmesini beklemeye başladım.
"Biz kafetaryada bişeyler içeceğiz sen de gelmek ister misin?"
Olumsuz anlamda kafamı iki yana salladım. Az sonra kapının pervazında beliren Savaş ve Barış'a baktım. Sonra aklıma merdiven boşluğunda konuştukları geldi. Son anda merdiven basamağındaki su şişesine basıp ses çıkarmasaydım konuştuklarının tamamını duyacaktım. O an aklıma geldikçe daha çok sinirlendim. Barıştan tarafa bakmayıp aralarından geçtim ve artık boşalmış koridorda hızlı hızlı yürümeye başladım. Güvenliğin yanından geçerken yüzümde beliren soğuk gülümseme ile kapıyı açtım ve okul sınırları dışından çıktım. Hava kararmak üzereydi. Arada bir arkama bakıyor, Alyaların orda olup olmadığını kontrol ediyordum. Akşam serinliğinin etkisi altında olan hava hırkamı giymem için beni uyarıyordu.
Issız ve karanlığın bastırdığı bu sokakta tek başıma yürüdüğüm için biraz korkuyor, onlarla gitmediğim için kendime sövmeden edemiyordum. Adımlarımı hızlandırıp yürümeye devam ettim.
Kendi ayak seslerimden farklı, daha tok bir adım sesi ıslak zeminde bıraktığı izlerle yankılanırken dehşete düşmüş bir şekilde kafamı sesin geldiği yere çevirdim. Orada kimsenin olmaması beni neredeyse ağlatacak duruma getirmişti. Adımlarımı olduğundan daha büyük atıp bir an önce sağ salim eve varmak için dua ediyordum. Elimden geldiğince arkama bakmamaya çalışıyordum. İlerdeki taksi durağının yanan ışıklarını görür görmez oraya koşmaya başladım. Nefes nefese kalmış bi şekilde durağın kapısını açıp içeri girdim. Bana bakan adamların karşısında kapıya yaslandım ve kalp atışlarım düzene girene kadar soluklandım.
"Ben bir tane taksi rica edebilir miyim?"
Durağın sahibi olduğunu düşündüğüm orta yaşlı sevimli adam yanıma geldi ve elini iyi niyetle omzuma koydu.
"Kızım yüzün bembeyaz üşümüşsündür, çay ister misin?"
Gülümsedim ve adamı nazikçe reddettim.
"Çok teşekkür ederim ama eve gitmem gerek."
Adama mahçupca bakıp taksiyi kullanacak iri yarı, sakallı adamın gelmesini bekledim. Yüzünde bir yara izi vardı, siyah deri ceket giymişti, dudaklarının arasında bir sigara vardı. Duraktan çıkıp taksinin kilitli kapısını açtı. Arka koltuklardan birine binip adamın da binmesini bekledim. Elini kapı kolundan çekmeden bir süre karşıya baktı. Daha sonrasında sürücü koltuğuna bindi ve ağzındaki sigarasını camdan dışarı fırlattı.
"Nereye?"
"İlerdeki parkın oralarda konaklar var. Akyol konağı.."
Bir süre dikiz aynasından bana bakıp arabayı çalıştırdı.🌼🌼🌼
Taksi durdurup dikiz aynasından bana bakmaya başladı. Ücreti neyse ödedim ve taksiden bir an önce indim. Titreyen ellerimi anahtarı kilite sokmaya zorluyordum. Nihayet bir şekilde kapıyı açtığımda büyük bir adım atarak eve girdim ve kapıyı kapatıp iyice kilitledim. Ayakkabılarımı çıkarıp terliklerimi giydikten sonra çantamı yere bıraktım ve mutfağa yöneldim. Kendime bir bardak su doldurup bardaktan koca bir yudum aldım. Amerikan mutfağın pervazından salonda oturan anneme baktım. Elindeki kitabı masaya bırakıp bana döndü.
"Yarım saat geciktin. Nerdeydin?"
Bir süre sessiz kaldık. Ağzımdaki suyu sesli bir şekilde yuttuğum an boğazımdan çıkan "gluk" sesi sessizliği bozmuştu. Bardağı tezgaha bırakıp anneme baktım.
"Yürüdüm."
"Taksi paranı verdiğimi hatırlıyorum? Ek olarak seni servise de yazdırmıştım."
"Evet. Ama yürümek istedim."
Annem anlamsızca kafasını iki yana salladı ve haberlere bakmak için tabletini eline aldı.
"Bir daha olmadın Mavi. Şimdi çık odana ödevlerini bitir bir saat sonrada sofrada ol."