Merhaba arkadaşlar. Beklenen bölüm nihayet geldi. Geçen bölümlerde olduğu gibi bol bol satır arası yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar diliyorum.
Unutma; onu artık unuttum demek,
Bir kez daha hatırlamaktır aslında.
Can Yücel
Bazen sadece tek bir söz denizin derin sularına gömdüğünü sandığın hatıraları su yüzüne çıkarır. Ufak bir işaretle unuttuğunu sandığın her şeyi hatırlarsın. Böyle zamanlarda kendine yıllarca söylediğin yalanlar suratına sert bir tokat gibi çarpar. Önemli olan gücünü tam da bu zamanda koruyabilmektir.
Gülizar için de, aynısı geçerliydi. Bugün bir genç kıza hayata tutunması için bir sebep vermişti. Kız, "Allah ne muradınız varsa, versin.", diyerek ona nasıl minnet duyduğunu ifade etmişti. İşte bu cümledeki altın kelime 'Murat'tı. Belki Selma bunu isim olarak kullanmamıştı ama onun için bu kadarı bile yeterliydi.
Her zaman ısrarla unuttuğunu söylediği o anıları yeniden canlanmıştı. İçini kemiren duygulara kapılmamak için kendi iç dünyası ile savaşmaktan yorulmuştu. Özlüyordu, çok özlüyordu fakat bazı duygularını dile getirmesi yıllar öncesinden yasaklanmıştı.
Yasaklara rağmen içten içe unutmak istemediği anıları vardı. Onları unutmamak için bildiği en iyi yöntemi kullanıyordu – yazmayı.
Üniversiteyi kazanıp ailesi ile Türkiye'ye taşındıkları zamanlarda anılarını yazmaya karar vermişti. Artık Bakü'de tek dostu olan Nazlı yanında olmayınca, daraldığı zaman içini dökecek birilerine ihtiyaç duyduğunu hissediyordu.
Tabii ki, annesiyle tüm sıkıntılarını, mutluluklarını paylaşıyordu ama yetiştirilme yurdunda geçirdiği zamanlarla ilgili anılarını dinlemeyi pek sevmezdi. Annesi, her zaman geçmişe takılıp kalırsan geleceği kaçırırsın derdi. Bu konuda annesine tamamen katılıyordu ama bazı şeyler bazen isteğinin dışında gelişiyordu. Tıpkı şu an içinde bulunduğu durumda olduğu gibi.
Bugüne kadar gözlemlerinden çıkardığı sonuç; insanlar onlara unut denilen her şeyi hatırlar, asla unutma denilen şeyleri ise hatırlamakta zorlanırlar. Bu yüzden hiçbir şeyi unutmak yâda hatırlamak için kendine baskı yapmamaya çalışıyordu. Duygularını törpülemeyi büyük ölçüde başarmıştı.
Bu konuda üniversite yıllarının tesiri yüksekti. Özellikle son sınıflarda kendi ayakları üzerinde durabildiğinin farkına varmıştı. Şu anda olduğu pozisyona zekâsı, çalışkanlığı, emekleri sayesinde geldiği için kendisi ile gurur duyuyordu.
Not defterine bir şeyler karaladıktan sonra masada duran saatine bakıp gitme zamanının geldiğini anladı. Bir an önce hazırlanıp bürodan ayrıldı.
Hava oldukça soğuktu. Dışarı çıkar çıkmaz sert rüzgâr yüzünü yaladı. İçi ürpermişti. Babasının her zaman söylediği ama Gülizar'ın ısrarla reddettiği arabaya şimdi gerçekten ihtiyaç duyduğunu fark etti. Bu havanın tıpkı dün gece olduğu gibi akşama doğru kar yağışına dönüşeceğini tahmin etmek zor değildi.
Üstündeki mavi renkli, ipek gömleği, siyah takım elbisesinin onu sıcak tutmayacağını, daha sabah evden çıkmadan anlamıştı ama özellikle kış aylarında ince giyinmek gibi bir alışkanlığı vardı.
Kış aylarından nefret ederdi. Bu aylarda incecik giyinerek buz kesmiş ruhunun intikamını alıyordu belki de. Soğuk tüm vücudunu esir alırken titrememek için kendisiyle savaşırdı. Nasıl olsa buz gibi havada dışarıda kalmayı daha küçücükken öğrenmek zorunda bırakılmıştı.