Ölüyordum ve ben bunu sonuna kadar hissediyordum. Hastaneleri sevmememe rağmen burada kalmalı ve tedavime devam etmeliydim, öleceğimi bile bile. Hayatı seviyor musun diye sorsanız cevabım galiba hayır olurdu. Kimsem yoktu bu hayatta, tabi hastanedeki kader arkadaşlarımı saymazsak. Annem ve babam beni 2 yaşındayken yetimhaneye bırakıp kaçmışlar, şaka gibi değil mi normalde bu ya anne yada baba tarafından oluyorken neden benim hayatımda ikisi birden beni bırakıp kaçmış anlamış değilim.
Böyle deyince sizinde gözünüzün önüne bir bebek arabasının içinde uzaylı bir bebek ve ona dehşet dolu gözlerle bakıp bu bebek bizden mi çıktı bakışı atan iki ebeveyn geliyor mu? şayet benim gözümün önüne başka bir şey gelmiyor da.
Yetimhanede 15 yaşıma kadar kalmış daha sonrasında kendi isteğimle bir iş bulmuş ve ayrı bir eve çıkmıştım, tabi siz ona ev derseniz. Ama benim için yetimhanede kalmadığım her yer ev diye geçiyordu o zamanlar.
Yurt müdürümüz gaddar bir kadındı ve ne zaman ailesiyle kavga etse yada çocuklarına sinirlense acısını bizden çıkarıyor bunda genellikle en zararlı ben çıkıyordum. Bu yüzden iş bulmuş 18 yaşıma kadar kulübe gibi bir evde oturmuş ne yazık ki daha sonrasında kan kanseri hastalığına yakalanmış ve hastaneye yatmıştım. Kanser ilk başta ölümcül değildi fakat bünyem tedaviye yanıt vermeyince zamanla ölmeyi bekledim bende.
Fakat doktorlar benimle aynı fikirde değildi, onlara göre kanserin ortalarındaydım ne iyi nede kötü, sadece kaderim kendi ellerimdeydi. Ben mi, ahhh ben yaşamak istemiyorken neden çabalayıp kaderimi değiştireyim ki. Elimde olsa bir anda ölmek isterdim sırf o acılı tedavileri çekmemek için. Şayet bunu açıkça dile getiriyim ki insanın yaşı kaç olursa olsun o makinelere bağlanıp ilaç tedavisi görüyorsa orada ağlayıp ölmek istediğini açıkça dile getirir.
Bir kanser hastası olarak şunu söylemeliyim ki gece gündüz hastanede olmama rağmen şu lanet hastane kokusuna alışmış değilim. Sadece bu mu dediğinizi duyar gibiyim ve sizi yanıtlayayım tabi ki koskoca bir hayır. Koridorda gezen ve sürekli odana diye bağıran hemşirelerden, canımı berbat derecede yakan ilaçlardan tut hastanenin temeline kadar her şeyinden nefret ediyorum.
Tabi bir şey hariç doktorum Murat beyi gerçekten çok seviyordum, canımı acıtmayan tek doktor diyebilirim. O sanki benim abim gibiydi, her gece odama gelir baş ucumdaki lambanın ışığını hafiften kısar çok sevdiğim gözlüklerini takıp bana beğendiğim romanların devamlarını okurdu. Büyük bir kız çocuğu olmama rağmen benimle çocuk gibi ilgilenirdi. Bugünde kitabın sonuna gelsin diye uyumamaya çalışsam da her seferinde olduğu gibi yine uyuya kaldım. Hiçbir kitabın sonunu okumazdı bana, sonları merak ederdim. Her defasında gündüzleri sonunu söylemesini istesem de "sonunu kendin hayal et ufaklık, unutma karakteri öldürmekte yaşatmakta senin elinde" derdi.
Güneşli bir güne yine ve yine ağrılarımla gözlerimi açtım. Canım oldukça yanıyordu, gözlerim doldu ve hemşire gelmesi içi acil butonuna bastım. İki dakika geçmeden iki hemşire koşarak yanıma geldi. Ağladığımı görünce ikiside yüzünde acır bir ifade ile yanıma geldiler. Sarışın olan hemşire arkasını dönüp bir şeylerle uğraşıyordu. Bana döndüğünde iğne ile uğraştığını gördüm, içinde sarı bir sıvı vardı. Diğer hemşireye verip beklemeye başladı "al sen yap" dedi. Diğer hemşire de ona dönüp "neden bana yaptırıyorsun al sen yap" dediğinde acı ve kızgınlık içinde bağırmaya başladım "lanet olsun derdiniz ne ver o elindeki iğneyi " diyip hemşirenin elindeki iğneyi aldım ve oturur bir vaziyete gelip baldırımın hemen üst bölümüne doğru yavaşça bastırmaya başladım. Hemşireler ise şaşkınca bana bakıyorlardı, onlara dönüp kibar olmayacak şekilde "siz yeni mi geldiniz" dedim. İkisi de başını hızlıca sallayıp aynı anda "evet" dediler. Gözlerimi abartılı bir şekilde devirip "belli oluyor" der demez yatağa uzandım ve onlara arkamı dönüp acımın geçmesini bekledim. Kapının kapanma sesini duyunca sırt üstü uzandım ve karnımı tutarak kıvranmaya başladım. Acı ile birlikte bu lanet hastalığı öğrendiğim günü gözlerimin önünde geldi.
^^^^^^^^^^^^^^^^^
Gözlerimi yine ve yine küf kokusuyla açtım. Yatakta bir o yana bir bu yana doğru kalmak için çabaladım fakat bir türlü kalkmayı başaramadım. Biraz daha çabalayıp yatakta oturur pozisyona gelince sırtıma giren ağrıyla yüzümü buruşturdum. İşe gitmem gerekiyordu ve bunun için iki saatim daha vardı.
Banyoya gidip ılık su ile duş almaya başladım, karşımdaki koca aynadan kendimi görmemle birlikte gözlerim ve ağızım aynı oranda açık kaldı. Beni kim dövdü lan!!! Ki şayet dövseler ki dövemezler hadi diyelim dövdüler ben nasıl hatırlamıyorum bunu.
Elimi morlukların üzerine doğru bastırdım eee acıda hissetmiyorum kendi kendime bu nasıl olur diye düşünürken ani bir mide bulantısı ile dayanamadım ve kusmaya başladım, kaç dakikadır kusuyorum bilmiyorum ama artık midemde bir şeyler kalmadı, artık kusmam dedim ama midemin acımsıyla daha şiddetli kusmaya başladım. Gözlerim kapalı kusarken bir yandan da gözümdeki yaşlar şelale gibi akıyordu. Gözlerimi yavaşça açtım ve yere doğru bakınca kırmızı bir göl gördüm neredeyse. Ben az önce bildiğiniz vücudumdaki kanın yarısını bok yoluna göndermiştim.
Halsiz ve bitik bir şekilde kendimi yere bıraktım ve sırtımı arkamdaki fayansa dayadım, bir ölüden farksızdım sanki gün geçtikçe daha da bir zayıflıyordum, en kısa zamanda tartılmam gerektiğini aklımın bir köşesine yazdım ve banyodan çıkıp giyinmeye başladım.
Çantamı ve montumu da giyindikten sonra anahtarımı da alıp hızlı cana evden çıktım ve kalabalık caddede yürümeye başladım. Yarım saat yürümenin ardında çalıştığım kafeye varabilmiş ve erken gelmem nedeniyle patronumun gözüne girebilmiştim. Yoğun bir çalışma temposunun ardından nihayet akşam olmuş ve çıkış saatim gelmişti, patronuma iyi akşamlar diyip evime doğru yürümeye başladım. Yolda yürürken ani bir baş dönmesiyle olduğum yerde durdum ve geçmesini bekledim fakat geçmek yerinde daha çok dönünce gözlerim karardı ve kendimi bir anda karanlığın içinde buluverdim.
Gözlerimi açtığımda gözümü pandikleyen ışıkla göz göze geldim ve ona hayali bir şekilde orta parmağımı çıkararak hareket çektim.
Odanın kapısı açılınca oraya doğru baktım ve doktoru görmemle kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Doktor yanıma gelip nasıl olduğumu sorunca "Zombi gibi" dediğimde ufak bir dudak kıvrılmasıyla "sana birkaç test yapıcaz" dedi. Kaşlarımı hafiften kaldırdım ve "Zombiyim derken şaka yapıyordum üzerimde deney yapmanıza izin vermem" dedim ve daha sonrasında kaşlarımı çattım. "Son zamanlarda sana garip gelen yada vücuduna bozulma gibi reaksiyonlar fark ettin mi?" dediğinde aklıma sabah vücudumda olan morluklar geldi ve "sabah vücudumda morluklar gördüm fakat ne kavga ettim nede bir yere vurdum" dedim.
Doktor hafiften kaşlarını çatıp "Üstünüzü çıkarın lütfen kontrol edicem" dediğinde ikiletmeden üstümdeki tişört'ü çıkardım.
Doktor morluklara baktı ve üzerine bastırdı kafasını çevirip yüzüme bakınca tepki vermediğimi anladı ve koridordaki hemşirelere bağırıp "4836 numaralı odadaki hastadan kan örnekleri alınsın" dedi ve odanın kapısını kapatıp gitti.
O gün kan örnekleri alındı ve çeşitli birçok test yapıldı ve ben o gün kanser olduğumu öğrendim. Ne ağlayabildim nede o 4836 numaralı odadan çıkabildim.
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
Herkese merhaba bu benim ilk kitabım değil aslında ama hatalarım olursa lütfen affedin.....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim İçin Gülümse
Художественная прозаBeni iyileştirebilecek misin doktor bey? dedim soru soran gözlerle. Kafasını kaldırdı ve emin adımlarla yanıma geldi elimi tutup destek verircesine sıktı. "Durumun ne kadar kötü olursa olsun beni bırakmayacaksın ve bu doktor da hayatı boyunca seni b...