Dünyada beş çeşit yada on çeşit insan yoktur, herkes ne derse desin iki çeşit insan vardır.
Hastalıklılar ve sağlıklılar.
Bunu size anlatmam biraz zor olabilir ama şöyle bir düşünün. Saçlarınız yoksa ve yüzünüz bembeyaz dudaklarınız bile mosmor iken dışarıda parka gidersiniz ve insanların size acıyan bakışlarını görürsünüz.
Çoğu hastalığınızın ne olduğunu bilmez, havadan bulaşma riskini ele alamaz ve yanınızdan direk uzaklaşırlar.
Çoğu insan kendini ve ailesini düşünmek zorunda bu yüzden kimse bana arkadaşlık veya başka düşüncelerle yaklaşmak istemiyor.
Tıp hızla ilerliyor ve insanların derdi bitiyor gibi gözüküyor fakat tıp ilerledikçe hastalıklarda ilerliyor. Eski toprak sözü ortadan kalkıyor.
Ölümler çoğalıyor, çoğu insan mezar bulmakta bile zorlanıyor. Up uzak diyarlardan mezar yeri alıp sevdiklerini defnediyorlar.
Düşündüm de ben ölsem acaba beni nereye gömerler. Sanırsam kimsesizler mezarlığında yerim hazırdır bile.
Sabah kahvaltısı olarak doktorumun onayıyla hazırlanan kahvaltılıklara baktım ve yemek için kendimi zorladım fakat sanki midem tıka basa yemek dolu gibi diretiyor ağzımdaki lokmamı yutamıyordum.
Gün geçtikçe zayıflıyordum şu an sanırsam 40 kiloydum ve boyuma oran kilom gerekten çok düşüktü buda görüntümü oldukça çirkin yapıyordu.
Hafifçe halsiz bir biçimde kalkıp lavaboya ilerledim. Aynadaki yansımama bakıp "keşke" dedim "keşke beni doğurmasaydın anne, ne sen acı çekmiş olurdun nede ben yıllarca acı çekip bu şekilde olurdum."
Gözlerimin maviliği yerini griye bırakmış yeni bir komanın habercisi gibiydi. Ne zaman güçlü ağrılarım ve ne zaman uyuyup günlerce uyanamasam gözlerim bu şekilde olurdu. Zamanla bende kendi kendimin doktoru oldum. Yeri geldi stajyerlerin eğitim oyuncağı oldum yeri geldi onlara serum bağlamayı öğrettim.
Odamı kendim dizayn etmiştim ve benim açımdan gerçekten eğlenceli olmuştu. Murat abi bana büyük bir kitaplık alıp boş duvarın tamamını kitaplık haline getirmiş duvarları resimli kağıt ile yapıştırmış, tavana ise karanlıkta parlayan yıldızları asmıştı.
Sanki evdeydim ve bu beni oldukça mutlu ediyordu taki kafamı sola çevirip koluma bağlı serumu görene kadar.
Kitaplıktan kitap alıp okumaya başladım. Saatin oldukça hızlı akması sonucunda 3 saatlik okuma seansımı odamın kapısının tıklanma sesi bitirdi. Melih bey odaya girdi girerken de kapının üstüne bakıp bir şey var mı diye de kontrol etti.Bu yaptığına sadece tebessüm ettim.
"Nasılsın bakalım" dedi mesafeli bir şekilde, sırtımı yatağa dayayıp "sizinle uğraşamayacak kadar yorgun" dedim tebessüm ederek.
Bana hafiften gülümseyip "şimdi senden birkaç kan örneği alacağım ve serumunu yenileyeceğim, tamam mı?" dedi küçük bir kızla konuşurcasına.
Başımı hafiften salladım ve bol hastane kıyafetimin kollarını sıyırdım. Melih doktor hafiften koluma şırıngayı bastırdı fakat kan gelmiyordu. Diğer hemşireler gibi içinde gezdirip damarımı bulmaya alıştı fakat bulamayınca sıkıntılı bir şekilde nefesini dışarı üfledi.
"Özür dilerim canını acıtıyorum fakat damarların çok ince bulamıyorum. Halbuki eğitimde gayet başarılıydım"dedi şaşırmış bir şekilde, belli ki morali bozulmuştu.
"Sorun değil canım acımadı, orta damarlardan çoğu hemşireler hatta cerrahlar bile bulmaz fakat biraz yana dirseğe doğru olan mor bir damar var burada, buradan alabilirsin" hem konuşup hemde kolumu havaya tutup uygulamalı bir şekilde gösterdim.
Yüzüme oldukça şaşırmış bir şekilde bakmaya başladı hatta şok oldu bile diyebilirim. Uzunca yüzüme baktı ve "Canın yanıyor dimi" dedi. İçimden "hemde çok" desem de dışım tam tersini "hayır sadece alıştım" demekle yetindi.
Kan örneğini aldı ve serumu sorunsuz bir şekilde takmayı başarabildi.
"Dosyana baktım, hastalığın gün geçtikçe ilerliyor". Kafamı olumlu anlamda salladım ve kitabımı kitaplığa yerleştirdim.
"Doğrudur" dedim umursamaz edayla.
"Ölmekten korkmuyor musun, böyle gidersen seni kurtaramayız"
Kafamı tekrar salladım ve gülümseyip "Ölmekten korkuyorum evet fakat kendim için değil eğer annem ve babamda ölmüşse onları görmekten korkuyorum, hem doktorum olarak çok iyi moral veriyorsunuz" dedim gülümsememi silerek.
Yatağa uzandım ve tavanı izlemeye başladım.
"Birazdan Yükleme tedavisi yapılacak" dedi ve arkasını döndü. Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerlerken "Aman ne iyi, ikinci dünya savaşına hazır olun damarlarım" deyip gözlerimi devirmeden edemedim.
Odadan sakince çıkıp kapıyı kapattı ve tekrar dört duvar arasında yalnız kaldım. Işıklarımı kapatıp tavandaki yıldızları seyrederken kapım aniden açıldı.
Biliyorum Melih doktor zannettiniz ama o değil benimle neredeyse aynı yaşta olan Selin girdi. Işıkları açıp yanıma doğru gelirken söylenip duruyordu. "Köstebek misin kızım niye ışıkları kapatıyorsun?" ona abartılı derecede gözlerimi devirdim. Selin hastaneden arkadaşımdı fakat sürekli konuşmazdık yani aramızda biraz mesafe var. Onunda hastalığı lösemi fakat o yaşamayı sevdiği için hastalığı gün geçtikçe sönüyor ve iyileşmeye başlıyordu. Kendine çok dikkat ediyor zararlı şeylerden uzak duruyor ve sürekli gülüyordu bu da moral bakımından oldukça güçlü yapıyordu onu. Hastalığımız ilaçların yanında çokça da moral ve mutluluk istiyordu.
"Allah aşkına akşam olduğu için olmasın" dedim düz bir ifadeyle.
"Lan Melek yeni doktorları gördün mü?" dedi, bense sadece ona sırıtmakla yetindim.
"Ya kızım ne sırıtıyorsun valla bunlar doktor değil manken bildiğin" heyecanla yeni doktorları överken bense sadece onu dinleyip başımı sallamakla yetiniyordum.
Fark ettim ki o kadar çok yaşamak isteyip de tedavi görmek isteyen fakat imkan bulamayan insanlar var bense imkanlar içinde ölmeyi bekliyordum.
"Yemin ediyorum öldüğünde mezar taşına somurtarak öldü yazdıracağım kızım o sıfatın ne öyle" dedi bilmiş bir şekilde.
"Ya Allah aşkına kızım dur bir ya birazdan Yükleme tedavisi olacağım nasıl gülebilirim söylesene" dedim gözlerim dolu bir şekilde.
Artık gerçekten bıkmıştım ve insanların karşısında bu kadar ezik ve güçsüz olmaktan nefret ediyordum. Öldün zannediyorsun fakat ölmüyorsun, bir anda değil her gün defalarca ölüyorsun fakat gerçek anlamda ölmeyi beceremiyorsun.
Acıların dinmiyor aksine her gün biraz daha çoğalıyor. Dua ediyorsun ölmek için ama kabul olmuyor. Bu lanet 4836 numaralı odadan bir türlü çıkış olmuyor ne ölü nede diri. Sadece bu odaya mahkum beyaz atlı prensi bekleyen prenses gibiyim diyemeyeceğim benden olsa olsa kurbağayı öpüp prense dönüşeceğini zanneden fakat onu öpünce kendisi de kurbağa olan akılsız bir prenses olur.
Yükleme tedavisi yapıldı, yoğun bir ağlama ve çıldırma seansından çıkılmış ölü bir bedenle yatağımda yatıyordum. Öyle ki gün geçtikçe sanki yatağa biraz daha yapışıyor muşum gibi geliyordu. Doktorlarında bildiği gibi ve benim her zaman dediğim şey oluyordu ÖLÜYORDUM...
Yeni bölüm geldi pek fazla okuyan yok sanırsam. Daha yeni başladım ve kimse 4 bölümlük bir şeyi okumak istemez bu yüzden bölümler oldukça çok olacak... İyi okumalar... Yorum ve oy vermeyi unutmayın... Sağlıklı günler dilerim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim İçin Gülümse
General FictionBeni iyileştirebilecek misin doktor bey? dedim soru soran gözlerle. Kafasını kaldırdı ve emin adımlarla yanıma geldi elimi tutup destek verircesine sıktı. "Durumun ne kadar kötü olursa olsun beni bırakmayacaksın ve bu doktor da hayatı boyunca seni b...