Bölüm 10

1.9K 49 0
                                    

MİKRODALGADA ısıttığım bir önceki günden kalma pizzayı yemek istemeyince, eli yüzü düzgün bir yemek yapmaya karar verdim. Şöyle klasik bir yemek yaparsam şu göçebe ruh halinden kurtulup yeni evime yerleştiğimi hissedebileceğimi düşündüm. Henüz çok olmamıştı İstanbul'a geleli, kitaplığım tozlanmamıştı mesela....ama yine de mutfağın penceresinden görünen elma ağacının dallarının akşam rüzgarında nasıl sallandığına şahit olmam gerekmez miydi? Oysa ben koşturmaktan, telaşla yaşamaktan çevremde olan biteni fark edemiyordum.Bir ara çok uzak atalarımı düşündüm. Bu endişeyi genlerime miras bırakan hangisiyse, muhtemelen iletişimin dumanla kurulduğu dönemlerde çok sıkıntı çekmişti. Bir duman "tehlike var",iki duman "tehlike geçti", üç duman "gerçekten çok büyük tehlike var" demek olan bir dönemde, halıyı iki kez mi üç kez mi salladığı üzerine kafa yoran kişi şu halime bakılırsa benim atamdı.

Bu endişe hali beni çok yoruyordu. Yaşadığım son olay da üzerine tuz biber olmuştu. Belki de Jülide haklıydı. Avukatlık, endişe kaldırmayan bir meslekti ve bana göre değildi.

İsmini koymadım yemeğin. Önce patates soymaya başladım. Ne de olsa yemeklerin çoğunda patates olur.Tek kişilik yemek için fazla olsa da dört büyük patatesi soyup ince ince doğradım. Sonra soğanları aldım. Kokusu ve göz yaşartıcı etkisine aldırmadan işe koyuldum. Hem bir kaç gözyaşı hissetmek şu an benim için iyi olacaktı. Sanırım o kadar şaşkın bir haldeydim ki, ağlamaya nasıl başlayacağımı bilemiyordum. Kesinlikle işten kovulacaktım. Kuzen beni odasına çağırıp ne kadar beceriksiz olduğum üzerine konferans verecek vebu işi yapabilecek misin diye sorduğunda ona verdiğim cevabı hatırlatacaktı. Ne kadar da kolay "evet" demiştim. Yoksa "tabi ki" mi demiştim? Olabilir. Her tür ukalalığı yapmış olabilirim. Ah, babaanneme ne diyecektim? Kimbilir ne hayaller kuruyordu!

İşte nihayet parmağımı da kestim. Bir bu eksikti! Yara bandı almak için salona gittim. Neyse ki ilk yardım çantam her zaman hazırdır. Yalnız yaşayan insanlar için bunun gerekli olduğunu düşünürüm. İçinde yapışkan rulo bant, sargı bezi, steril gaz bezi, burkulmalar için elastik bandaj,böcek sokmaları için sprey ve losyon anestezikler, yaraları temizlemek için solüsyon, pamuk, küçük makas ve tabi ki yara bandı bulunur.

Yara bandını, iyice temizlediğim parmağıma itinayla yapıştırırken arkamdaki televizyonda reklamlar bitmiş, haberler tekrar yayına girmişti. İki çocuğunu vahşice katleden babanın komşuları, baba hakkında yorum yapıyorlardı. "Sessiz, sakin, beyefendi bir adamdı, çok normal gözüküyordu, hiç anlamadık".

Ardından, dünyayı bekleyen kıtlık tehlikesi hakkında iktisatçıların yorumları, beyaz un yemeyin diyen Karatay'ın lahmacun yerken görüntülenmesi,boşanmak isteyen eşini kasap bıçağıyla doğrayan koca, Suriyeli mültecilerin botlarını batıran Yunanistan Sahil Güvenlik görevlileri, Almanya'nın mülteci akınına çare olarak Türkiye'ye bir miktar harçlık teklifi vs..ile televizyon başında iyice vakit geçirdim.

Artık uyku vakti gelmişti. Televizyonu kapatmak için kumandaya uzanmıştım ki, spikerin sesindeki ağdalı ciddiyet dikkatimi çekti.

"Sayınseyirciler, İstanbul Adliyesi'nde genç bir muhabir adliyenin dördüncü katındandüşerek hayatını kaybetti. Olay, bugün saat 12.00 sularında meydana geldi.Edinilen bilgilere göre Güneş Gazetesi Adliye Muhabiri yirmi yaşındaki SimgeAteş fotoğraf çekmek için eğildiği sırada dengesini kaybederek balkondan düştü.Olayın meydana geldiği sırada adliye kameralarının bozuk olması, olay hakkındadaha fazla bilgi edinilmesini zorlaştırsa da, yetkililer genç kızın dengesinikaybederek öldüğünden emin".

Daha sonra ekranda İstanbul Adliyesi Başsavcısı olduğu belirtilen Süleyman Topuz adlı kişi basın mensuplarına bilgi vermeye başladı. Yüzündeki ciddiyet, üçüncü dünya savaşının başladığını haber verir gibiydi.

"Kameraların tadilatta olduğu doğru fakat zaten böyle bir olayın cinayet olması mümkün değil. Müteveffanın dengesini kaybettiğini düşünüyoruz"

Başsavcının açıklaması bitmiş ve ekran yine spikere kalmıştı. "Savcılığın yaptığı incelemelerin ardından Simge Ateş'in cenazesi, kapsamlı otopsi için cenaze nakil aracı ile İstanbul Adli Tıp Kurumu'na sevk edildi"

Şu dünyada benim payıma düşenden daha vahim olaylar olduğunu öğrenmek, ya da ne bileyim, bunca sevimsiz olayın faili ya da mağduru olmamak içimi rahatlatmıştı. Sanırım bu yüzden kendimi biraz suçlu hissetmiştim. Yirmi yaşında bir gencin ölmesi hiç bir dertle kıyaslanmazdı tabi ki.

Ben bu düşüncelere dalmışken, şiddetle çalan kapı zili dikkatimi dağıttı. Bu saatte gelenin kim olduğunu tahmin edememiştim ama kapıyı bu şekilde çaldığına göre pek de nazik bir insan değildi. Kalkıp kapıyı açtım. Karşımda tek gözü morarmış halde yan komşum Dilek duruyordu. Ağlamaklıydı. Dehşete düşmüştüm. Saçı başı dağınıktı, dayak yediği her halinden belliydi. "İçeri girebilir miyim" dedi. Dudakları bu cümleyi söylerken gözleri "Yaşayabilir miyim?""Mutlu olabilir miyim?""Bu çaresizlikten kurtulabilir miyim?""İnsan olduğumu hatırlayabilir miyim?" Ve kim bilir daha neler neler diyordu. Maalesef sadece dudaklarından dökülen cümleye "tabi ki" diyebildim ve onu salona aldım.

"Canı çıksın. Şimdi işten de çıkarıldım ya, iyice azdı. Para bulamıyor şerefsiz" dedi. Ona verdiğim buzu gözüne iyice bastırarak kafasını hafifçe yukarı doğrututtu.

"Polise gittin mi?" diye sordum. Bu tür olaylarda başka ne sorulur ki?

"Gitsem ne olacak" dedi. " Aile içi meseleye biz karışamayız deyip geri gönderiyorlar"

Gözündeki buzu kaldırıp sonra tekrar aynı yere bastırıyordu. Buzun soğukluğu rahatsız ediyordu belli ki.

"Bu böyle olmaz. Mutlaka bir şey yapmamız lazım" dedim ama Dilek ümitsizdi.

"Para lazım para. İş bulmam lazım. Bundan kurtuluş yok. Nereye kaçsam gelir bulur beni."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bir kişiyi işten çıkarmanın tek sonucu işsizlik miydi gerçekten? İşverenler neden bunu düşünmez? Hayat sadece daha fazla kâr etmek ve daha az vergi ödemenin yolunu aramaktan mı ibaret? İşte kuzenin yaptığı da ortadaydı. Üç kuruş parayı şu zavallı kadıncağıza vermediği için bir aile dramı yaşanıyordu. Dilek'in şiddet düşkünü kocasının normal bir insan olmadığı belliydi. Peki ya kuzenim? Gerçekten sağlıklı bir insan mıydı? Şu kadıncağızı işten çıkararak Güney Fransa'da birkaç tatil daha yapmak normal bir davranış mıydı?

Dilek'e yardım etmeyi çok istiyordum. Onun şu hali içimi acıtıyordu. "Keşke elimden bir şey gelse" dedim. Aslında yine de polise gitmesini istiyordum ama az önce dinlediğim haberleri hatırlayınca, bunun pek de iyi bir fikir olmadığını düşünmüş ve başına gelebileceklerden ben bile korkmuştum. Dilek, içimdeki samimiyeti hissetmiş gibi minnetle elimi tutup "Boş ver, ben iyiyim" dedi. Dudaklarından dökülen bu cümle, gözlerinden okunan cümleden o kadar farklıydı ki.

EYVAH, AVUKAT OLDUM !!!  #wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin