Bölüm 4: Yalnızlık

40 5 4
                                    


Başı ağrıyordu, halsizdi. Böyle hissettiği çok oluyordu bugünlerde. Herşeyden yorulmuştu belki de... Oğlu büyüyordu, herkesten uzakta bir ilçeye yerleşmişlerdi. Burası şehrin gürültüsünden bir nebze uzaktaydı. Elinden gelse daha da uzaklara gidecekti ama gittiği yerlere yalnızlığını da götürüyordu sanki. Onlarca insanla tanışıyor, sonunda gene yalnız hissediyordu kendini. Eşi ve oğlu onun için bir dayanma noktası olmuştu, diğerlerinden çokça ihanet gördüğü için belki de. Kendisi de hayatına dokunan insanlara nankörlük yaptığını hissediyordu derinlerde. Çok zor kızdığının ama kızınca da bütün köprüleri attığının farkındaydı. 

Çok az insan vardı hayatında ama telefon listesi, sosyal medya hesapları oldukça kabarıktı. Kalabalığın içinde yalnız kalanlar ne kadar da çoktu. Büyük şehirde yaşamak böyleydi işte, küçük yerlerde yalnız kalmak pek mümkün değildi. Çocukluğunda köyde çok kısa süreliğine kalmış olsa da, orda insanların daha samimi ve sosyal oldukları bir gerçekti. Şehirlerde yüzlerine birer maske geçirmiş insan toplulukları vardı sosyalleşmek uğruna gidilen mekanlarda. Kiminin çıkarına, kiminin merakına kiminin dedikodu yapma arzusuna deva olan ortamlarda ne de güzel sosyalleşiyordu insanlar. Samimiyetini kaybetmiş yüzlerin ve sözlerin arasında kalan Nihan çoğu zaman kaçmak istiyordu. Kendisini tuhaf bulurdu bazen evet ama topluma aykırı olmayı o istememişti. Toplumu oluşturan bireylerin yanlışta birleşmesi herhalde en kötüsüydü olabileceklerin. İnsanların hataları telafi edilebilirdi, ama yanlışa doğru; doğruya yanlış diyen toplumda sağlıklı bireyler nasıl yetişecekti?

İnsanlar tartışmaları bu da benim doğrum diyerek bitiriyorlardı Nihan'ı ikna edemeyeceklerini anladıklarında. Oysa sağlıklı ve huzurlu hayatın temelinin mutlak doğrunun peşinden gitmek olduğuna inanıyordu Nihan. Herkesin doğrusu kendisine göre olamazdı, hele ki başkalarını da ilgilendiren meselelerde. İnsanın hatasını düzeltemeyeceği an, bu hatayı hakikat olarak gördüğü andır. Ve bir toplumda yanlışa doğru diyenlerin sayısı arttıkça, doğru yolda olan insanların hayatı o denli zorlaşıyordu. Hayatın amacı da bu değil mi diye düşündü Nihan. İyiyi ve kötüyü ayırt etmeye kendi yolumuzu seçmeye gelmiştik. 

Nihan onu kıran, üzen herkesten uzaklaşmış, yaralarını sarmak üzere köşesine çekilmişti. Tek gerçek olan Allah'a sığınmış ve ibadetlerine sarılmıştı. Anladı ki putlar sadece gözümüzle gördüğümüz heykeller değildi. Kafamızda yücelttiğimiz her insan, her yanlış ve inatçı fikir birer puttu ve onları yıkabilmek için hakikati aramak zorundaydık. Yanlışların ve karanlıkların içinden ancak ilahi bir yardım kurtarabilirdi insanı. Sonsuz ilim ve sonsuz kudret sahibi Allah'tan başka dost olmadığını geç kavradığını düşünüyordu. Çevresindekiler maddi dünya için koştururken, ona da hadi diyorlardı. Kariyer, para ve güzellik arzusu... Bunlar artık ikincil konulardı hayatında. Yaşamak için hepsine ihtiyaç vardı elbette ama bütün bunları yaratan Allah'ı bırakıp da dünya nimetlerine tamah etmeye utanıyordu. Artık bir hırs da yoktu içinde, iyilerden olabilmek ve Allah'ın rızasını kazanmaktan başka. Arada imrendiği oluyordu çok güzel giyinen hemcinslerine, kariyer basamaklarını tırmanan yaşıtlarına, sorumluluk duygusundan uzak gezip eğlenenlere... Ama o da uzun bir süre dünyaya tamah etmemiş miydi? 26 yıl uzun bir süreydi, belki de yorgunluğu halsizliği bundandı. 

Hayat NehriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin