-3-

96 5 3
                                    

Akrep yelkovanı var gücüyle kovalıyordu son günler de. İnci ne kadar fazla gitmek istemiyorsa günler o kadar çabuk geçmişti. Mutsuz sayılmazdı ama göğsünün ortasında tüm elma yutmuş gibi hissetmesi mutlu olmasını da engelliyordu.
Odasından ayrılacak olması İnci'yi son günlerde daha fazla odasında vakit geçirir hâle getirdi. Senelerce bu güzel bahçeli evde yaşamıştı. Bu ev yerinde kalacaktı bundan teselli buluyordu. İnci babasının evi satmasını istemedi ve eşyaları içinde bırakmak istedi çünkü günün birinde tekrardan İstanbul'a gelmek istiyordu. Hem böyle olursa canımız sıkıldığında geliriz diye düşündü. Babasıyla birlikte evi yerinde bırakmaya karar verdiler. O yüzden sadece kıyafet, kitapları ve bir kaç eşyasını almayı düşündü. Son iki gündür de artık son hazırlıkları yapıyordu. Odasının eski düzeninden eser kalmamıştı. Bütün dolap dışardaydı. Çekmeceler eşyalarını kusar vaziyette duruyordu. Düzeni gitmiş içindeki ve dışındaki dünyası resmen tersine dönmüştü. Bütün bunların arasında Aslı ile vedalaşması lazımdı ama bunu yapmayı hiç istemiyordu. İnci çözmesi gereken ama sevmediği işin konusunu açmaktan hep kaçınır ve sürekli erteler dururdu. Aslı ile görüşmeyi de sürekli erteledi çünkü ona göre vedalar zor ve hüzünlüydü.
İnci bahçe kapısından bahçeye geçip masaya oturdu. Ortalıkta harika bir gül kokusu dolaşıyordu. Babasının boş zamanlarında diktiği beyaz güller açılmış ve bir gelin gibi salınıyorlardı.
Adana'da nerede kalacakları belli değildi. Semtler hakkında pek bildikleri olmadığı için babasının ortakları yardımcı olacaklardı onlara ev bulma konusunda. İnci kendini bildi bileli bahçeli evde yaşamıştı ve yine öyle olmasını umut ediyordu. Babası da yanına geldi.
"Dalmışsın."
"Evet çiçeklerimiz.."
"Çiçeklerimiz..." dedi babası.
"Gerçekten seni çok iyi görüyorum baba hiç üzülmüyor musun?"
"Üzülünce elime ne geçecek? Kendimize bambaşka bir yerde hayat kuracağız. Belki şu an buradaki gibi olmayacağını düşünüyorsun ama ben umutluyum İnci. Güzel zamanlarımız olacak tıpkı buradaki gibi."
Babası kendinden oldukça emin konuşuyordu belki de çok emin olduğu için değil de olmasını istediği için böyle söylüyordu. Hem zaten o da mutsuzluğunu belli etse İnci kendini iyice bırakırdı bunu çok iyi biliyordu.
"Yarın akşam bir otelde kalır ertesi günde ev aramaya başlarız artık."
"Umarım bahçeli bir ev bulabiliriz baba."
"Ben de öyle olmasını istiyorum. İnşallah istediğimizi buluruz."
"Yarın Aslı ile buluşacağım. Sabah sen evde olur musun? "
"Yarın sabah ben de hastanedekilerle vedalaşacağım. O yüzden erkenden hastaneye gidip. Ordan sonra da son bir kaç işi halledeceğim."
"Akşama doğru haberleşiriz o zaman."
"Tamam kızım."
Sustular. Ve İnci güzel bahçelerini izlemeye devam etti.

***

Akşama uçakları vardı. İnci son hazırlıklarını yapıp eşyalarını kapının yan tarafına koydu. Babası da evden erken çıkıp iş arkadaşlarıyla vedalaşmaya gitmişti. Evde yiyecek bir şey olmadığı için evin yakınında her zaman kahvaltıya simit aldığı pastaneye gitmeye karar verdi. Bu sokaklar onun adımlarıyla çokça aşınmıştı. Kaldırımda yürürken ağaçların gölgelerinin serinlik vermesi hoşuna giderdi. Hele kendi evlerinden biraz ileride bir ev vardı. Evin bahçe çiti kırmızı çardak gülleri ile bezenmişti. İnci ordan geçerken hayranlıkla bakardı.
Pastaneye geldiğinde yine her zaman ki sıcaklığıyla fakat biraz da buruk bir gülümseme ile onu Gül teyzesi karşıladı. Babası gideceklerini daha önceden söylemişti ona.
"Hoşgeldin kızım."
"Kolay gelsin. Hoşbuldum Gül teyze. Yine her şey harika görünüyor."
Gül teyze ufak tefek, kısa boylu, yanakları tombul biriydi. Yanakları genelde al al olurdu. Dünyanın en tatlı teyzesi diye anlatırdı İnci onu. Çocukluğundan beri buraya geldiği için artık burası da onun gibiydi.
"Ne istersin yavrum? Burada mı yiyeceksin?
"Burda yiyeceğim. Simit, üçgen peynir, çay."
"Her zaman ki gibi yani." deyip o kırmızı yanaklarıyla İnci'ye tebessüm etti.
"Evet Gül Teyze her zamanki gibi."
Kahvaltısını yaparken Aslı'ya mesaj attı. Bugün görüşeceklerdi. Aslı da onlarla birlikte havalimanına gelmek istemişti ama İnci istemedi. Onunla normal bir şekilde buluşup her zaman yaptıkları şeyleri yapıp vakit geçirmek istediğini söyledi.
"Gül teyzem ellerine sağlık. Harika olmuş."
"Afiyet olsun güzel kızım. Gel sana bir sarılayım. Bizleri unutma olur mu? Hakkını helal et."
"Sizleri nasıl unuturum ben. Helal olsun teyzecim. Sen de hakkını helal et."
Vedalaştıktan sonra o çok sevdiği tahta sandalyeli pastaneden son defa çıktı.

Caddebostan sahilinde çimlere oturmuş yine her zaman ki rahatlığıyla sırt çantasını kucağına alıp ayaklarını uzatmıştı kulağında kulaklık Teoman'ın Rapsodi İstanbul şarkısını dinliyordu. Dudaklarını da hafiften kımıldatarak şarkıya eşlik ediyordu.
Yapraklar yatağın olsun
Kırlangıçlar arkadaşların
Yıldızlar yorganın olsun
Hem zaten gökte işsiz güçsüz duruyorlar.
Çantasından ona aldığı hediyeyi çıkarıp baktı. Gitmeden önce ona küçük bir hediye bırakmak istemişti. Biliyordu aralarında olan dostluk sevgisi baki kalsa da hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı. Başını sağa doğru çevirdi. Uzaktan birisi Aslı'ya benziyordu. Ama emin olamadı. Kahverengi uzun ve düz saçları aynı onunkine benziyordu. Saçları rüzgârda uçuşurken yüzünü kapattığı için yüzü görünmüyordu. Saçlarını önünden çekip kulağının arkasına almaya çalıştı. Yaklaşmıştı. Evet gelen oydu. İnci kulaklığını çıkardı.
"Nasılsın?"
"İyiyim, sen?"
"Sadece üzgünüm. Gidiyorsun.''
"Yine geleceğimi biliyorsun Aslı."
"Evet ama çok büyüyeceğiz İnci. Kaç yaşına geleceğiz Allah bilir."
"Benim de gitmek istemediğimi biliyorsun ama hayat oraya gitmem konusunda bana ısrar etti."
"İnci, dostumsun sen benim. Ben seninle birlikte büyüdüm. İyi ki zamanında aynı mahallede yaşayıp tanışmışız. Benim gerçek bir kız kardeşim yok ama sen varsın."
"Benim de gerçek bir kardeşim yok ama sen varsın."
İkisi de birbirine tebessüm etti.
"Biraz yürüyelim mi?"
"Olur, evden limonlu kek yapıp getirmiştim sen seversin diye onu da yeriz yürürken."
"Şu anda çok sevindim. Canım da şekerli bir şeyler istemişti zaten."
Deyip kolunu Aslı'nın koluna doladı. Yürüdüler, muhabbet ettiler, kek yediler, gülüştüler. Sanki kimse gitmiyormuş gibi davranmak istediler.
Veda vakti geldiğinde İnci çantasından hediyeyi çıkarıp Aslı'ya uzattı.
"Gitme vakti."
Aslı gözleri dolu dolu açtı hediye paketini. Ucunda iki tane küçük kelebeği olan bir kolyeydi.
"İkimizi temsilen aldım. Ben yokum ama kelebeğim seninle arkadaşım."
"İnci çok teşekkür ederim." dedi Aslı. O an da iki duyguyu birlikte yaşamıştı. Mutluluk ve hüzün. Birbirlerine sarıldılar.
"Kendine çok iyi bak olur mu?"
"Sen de."

Havalimanında valizleri teslim edip beklemeye başladılar. Bir saat sonra kalkacaktı uçakları. Bir yere oturup etrafı izlemeye başladı İnci. İlk olarak çocuğuna çubuk kraker yedirmeye çalışan bir anne ilişti gözüne. Kıvırcık, minicik Azra isimli bir kız çocuğu vardı. Ortalıkta koşuşturuyordu pembe ayakkabılarıyla. Bir annesinin kucağına bir babasının kucağına atıp duruyordu kendini arada bir de İnci'ye tebessüm gönderiyordu. O arada küçük Azra elindeki krakerlerden birini İnci'ye uzattı.
"Teşekkür ederim minik kuş." deyip küçük bir buse kondurdu Azra'nın yanağına.
Başka bir tarafa baktığında ise kendi halinde kitap okuyan kısa saçlı kendi yaşlarında bir kız dikkatini çekti. Kız asla kafasını kaldırıp bakmıyordu etrafına İnci de tam aksine insanları izlemekten gözünü alamıyordu.
"Limonata ister misin?"
"Olur." dedi babasına.
O sırada Azra'da kalkıp gezinmeye başladı. Kalem satan bir yer var vardı ordaki kalemler dikkatini çekti ve incelemek için mağazanın içine girdi. Sarı renkli üzerinde İstanbul'un güzelliklerinin resmediğildi bir kalemdi. Bunu da kendisine hediye olarak almak istedi.
Artık ayrılık vaktiydi. Arkasında bir sürü güzel anı ve bir kaç güzel insan bırakarak gidiyordu. Kendinize iyi bakın dedi giderken İnci ve hiç bilmediği bir diyara doğru kanatlarını açalarak süzüldü.

İnciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin