Ağacın dibinde bayılmış kalmıştı. Kendine daha yeni geliyordu koştur koştur bir yere gitmek istedi sebebsizce. Etrafındaki insanlara baktı, birine saat kaç dedi aldığı cevapla bir kez daha yıkıldı. Saat tam 17.54'tü canının diğer yarısı toprağın altına girerken o yanında değildi. Hemen bir taksi çevirdi biner binmez cebini yokladı sadece 15 lirası vardı. Gideceği yer kaç lira tutar merak etti. Şoföre sordu, şoför 25 lira deyince indi taksiden cebindeki bozuklukları verdi adama. Koşa koşa gitti diğer yarısına.
Mezarlığın girişinde bir çiçekçi dikkatini çekti. Abi dedi kasımpatılar ne kadar. Adam buketi 25 lira dedi baktı çiçeklere arasından sadece birini beğendi bu kaça olur dedi adam hediyem olsun dedi. Birde pamuk şeker alsaydı tam olacaktı. Mezar görevlisine sordu mezarın yerini. O da gösterdi en taze mezardı zaten. Kendinde değildi adam gömleğini düzeltti. Sanki mezara değil, bir buluşmaya gidiyordu. Geldi mezarın başına belkide son kez ağlayacaktı doya doya. Ve toprağına koydu başını en sevdiğinin. Konuşmaya başladı dillerinden çıkanlar kalbinden çıkan oklardı.
"Şiba geldim bak sevgilim gidecez şimdi. Bak kasımpatı aldım. Hani derdin ya en sevdiğim çiçek diye... Hani otobüse binerken ben aldığım kasımpatını gösterip diğer yarın burda derdin ya... Bak burdayım sevgilim. Otobüs filanda yok, gitmek yok bundan sonra. Kalk hadi amma naz yaptın. Hep sorardın ya Salih bu elbise nasıl oldu diye. Kara topraktan elbise mi olur kadın? Olmamış bu. Bunu çıkart sen Şiba. Hadi gel valla söz pamuk şekerindende almam. Söz ne istersen yapacağım. Haftada bir tek sigara içiyordum kızardın içme diye. Artık onu da içmem Şiba. Kalk hadi, bu elbise sana hiç yakışmamış... kara topraktan elbise olmaz Şiba! Kalk hadi... Kalk... Kalk..."
Genç adam gözlerini yumdu, bastı kafasını kara toprağa. Hıçkıra hıçkıra ağladı saat bilmem kaç ağlaması kesildi. Gözleri kan doluydu, gözleri yorgundu. Tek yapabildiği sarılmaktı mezarına.
Mezar bekçisi geldi yanına, "Çık." dedi.
"Çıkmam." dedi. "Bu gece burdayım. Uğraşma boşuna."
Adam insaflı çıktı bıraktı zaten pek galesiz bir tipti.
"Şiba biliyor musun? Kızımızın ismi Mısra olacaktı ya, ben komserim ile amirime bile söyledim. Herkes biliyor artık. Hem zaten sen diyordun; yaza bir söz yaparız adı konulmuş olur diye. Hah işte! İki tane söz yüzüğü beğendim. Hani beğenmiştik ya bir tane onların aynısı. Şiba,Şiba ölme Şiba! Ben yaşayamam, ben sensiz... Ben sensiz, ben değilim Şiba ölme!"
Kafasını bastı kara toprağa sokuldu mezara uzandı yanına fısıldadı mezara birkaç mısra:
"Bir rüya kurdum,
Başı sen sonu sen...
Şimdi sen gidersen,
Ben rüyada kaybolurum..."O geceyi orda geçirdi genç adam. Sabah hastanede açtı gözünü. Şaşkındı bir o kadar da sinirli.
"Kim getirdi lan beni buraya? Beni kim aldı sevdiğim kadının yanından? Kimsiniz lan? Kim!"
Herkes sessizdi cevap alamadı adam. Sonrası birkaç soru, birkaç prosedür ve salıverdiler adamı. Telefonunu aradı bir an. Galiba dün gece uyurken çaldılar dedi. Sonra gülümsedi konuştu kendi kendine.
"Akıllım Şiba hep ne derdi? 'Benim yanımda telefonla oynama?' k
Kesin o aldı." dedi ve kahkaha attı.Cebinde beş kuruş dahi yoktu kaldığı eve gitmek istedi. Sonra uzak diye vazgeçti. Tek çare dedi, eve doğru yola çıktı en berbat mahallede tek odalı bir evi vardı. Kiracıydı; öğrenciydi asla büyük bir ev hayal etmedi hep azla yetindi. Eve gitti. Biriktirdiği paraları aldı. Şiba'yla beğendikleri yüzüğü almak için birde kredi kartı açtırmıştı onuda aldı. Hemen bi telefon kulübesi buldu, annesini aradı ve annesine telefonunu kaybettiğini eğitim için 1 yıl yurtdışında olacağını söyledi. En kısa zamanda sana haber verecem dedi.
Parası yoktu, sadece üstündeki eşyaları ve birkaçta kitap aldı. Mezarlığa gitti doğruca elinde bir kavanoz vardı. Toprağından bir kavanoz dolusu kadar aldı.
"Şiba demiştim ya sana hani, 'Memlekete gideceğim orda yaşayacağız.' Sen de 'Tamam, seninle her yer cennet.' demiştin. Sen şimdi burda uslu uslu yat ben geleceğim tamam mı? Bak vallaha geleceğim. Hani bi oyun oynamıştık, pamuk şeker almıştım sana. Sen bunu bitirene kadar ben gider gelirim demiştim. Al bak bunu buraya koyuyorum. İki tane pamuk şeker aldım uzun sürecek işim."
Eğildi ve sadece yeri belli olsun diye konulan taşı uzun uzun öptü kokladı. Sarıldı, sevdi, sonra gülümsedi ve yavaş yavaş gidiyordu, gülümsüyordu.
Arkasını döndü koşarsam daha çabuk varırım dedi. Koşa koşa otogara geldi. İlk Artvin biletiyle doğrudan gidecekti. Bir pamuk şeker satıcısı gördü. Bütün pamuk şekerleri aldı ve etraftaki çocuklara dağıttı. Otobüse bindi ve bir teyzeyle sohbete başladı:
"Sen nereye evladım kimi görmeye?"
"Teyzem ben gideceğim orda para kazanacağım. Sonra geleceğim, sevdiğim bekler."
"Aman yavrum sevin, doya doya sevin. Ben de çok severdim, sonra ölür gider toprağına sarılmak zorunda kalırsın. Vaktiniz varken sevin."
20 yaşındaydı. Kocaman adam olmuştu belki. Yolda görseler cüssesinden korkarlardı ama teyzenin o sözleri o kocaman adamı tek bir yumrukla yere serdi. Kemikleri birbirine girmişti nerdeyse. İlk defa dayak yiyordu ama uzun yıllar sürecek bir dayaktı bu. Teyzeye döndü ve şu sözleri söyleyip kafasını cama yasladı ve uyudu:
"Haklısın teyzem. Seveceksin, koruyacaksın.... Toprağına sarılırsan toprak oluyorsun biliyorum..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Miktar Ölü
AksiKaç parça insanız? Kaç parça kilit var ruhumuzda? Her acı, bizi biraz daha mı büyütür? Yoksa biraz daha yoksuzlaştırır?Bir adamı bir kadın mı iyileştirir?Lanetimsi bir dünyada buhranlı bir hikâye buhranlı bir kahraman... Evet kahraman aslına bakarsa...