Uludağ

30 3 1
                                    

Timur, Aliş ve ben aynı kattaydık. Kaan ile Tuğçe'de hemen bir üst kattalardı. Herkesin odasını görmemiştim ama benim ki öyle şirindi ki. İçerisi buram buram ahşap kokuyordu. Yatak, dört tane kütüğün birleştirilmesiyle oluşturulmuştu. Üstelik yumuşacıktı.Yatağın hemen yanında kadifeden yapılmış bordo bir berjer vardı. Makyaj masası da yatakla benzerlik gösteriyordu. Çapraz iki dal parçasıyla desteklenerek duvara montelenmişti. Hemen yanındaki minibar ufak şişilerle doluydu. Otantik perdelere sahip pencereyi açarak odayı mis gibi dağ havası ile doldurdum. Bir iki defa yoga dersine gitmiştim. Oradan öğrendiğim nefes egzersizlerini yapmayı da ihmal etmedim. Akşam yemeğine bir saat vardı. Biraz uzandıktan sonra bavulumu kurcalamaya başladım. Okula başladığımdan beri zayıflamıştım. Eskisine göre daha hareketli bir hayatım vardı. Okul tüm vaktimi alıyordu. Ama yine de oldukça sosyaldim. Tercihim kalın, kırmızı,boğazlı kazağımdan yana oldu. Altıma da kot pantolon giydim. Yol boyu topladığım saçlarım şekil almadığı için topuz yaparak durumu kurtarmaya çalıştım. Sürdüğüm kırmızı ruj sayesinde gayet enerjik görünüyordum. Odamdan çıkıp Aliş'in kapısını çaldım.Beraber yemek salonuna geçtik. Diğerleri de birazdan gelirlerdi.

Aliş'in beni çimdiklemesiyle kafamı kapıya doğru çevirdim. Tuğçe ne giymişti öyle . Eteği nerdeyse bir karıştı. Hoş bu kızı daha önce hiç pantolonlu görmedim ya. Kaan'la gülüşe gülüşe bize doğru geliyorlar. Resmi olarak çıktıklarını ilan etmemişlerdi. Sanırım sadece takılıyorlardı. Hemen arkalarında da Timur belirdi.Masaya gelir gelmez de söylenmeye başladı.
"Ben bildiğin uyumuşum ya,yemeğe geciktim zannettim. Apar topar aşağı indim."
Yüzünün şişkinliğinden yeni uyandığı belliydi.
"Ee Tuğçe söyle bakalım ne yiyoruz?"
"Ben nereden bileyim abi, açık büfe işte bir dünya yemek var."
"Kızım sen her yıl Uludağ'a gelmiyor musun?Boşuna göndermişiz bunca yıl. Neyse ben kurt gibi açım güzel kokular gelmeye başladı. Ben şöyle bir bakıyım neler varmış."

Hepimiz iştaha geldik. Daha dağ havasını tam almasak da yaradı demekki. Açgözlülük yapıp bir sürü tabak hazırladı herkes kendine. Çoğu masada kaldı tabi. Sonrasında sıcak şarap içtik. Şarap beni biraz çarpıyor. Yanaklarımın yanmasından yüzümün kızardığını tahmin edebiliyorum. İlk gecemiz böyle sonlandı.Yol yorgunu olduğumuz için erkenden odalarımıza çekildik. Çünkü sabah kayak yapmayı öğrenecektik.

Sabah uyanır uyanmaz ilk iş olarak duşa girdim. Gece boyu üşümüştüm. Sabah sımsıcak suyu vücuduma uzun uzun tutarak ancak ısınabildim. Saçlarımı kurutup, hazırlandım ve yemek bölümüne geçtim. Erkeklerin hepsi oradaydı. Nihayet Tuğçe hanım da geldi.

Peyniri çok severim. Her çeşidini. Her halinden lezzetli olduğu belli olan bir sürü peynirle doldurdum tabağımı, bir kaç zeytin bir de bal tabi ki. Otelin poğaçaları da enfesti doğrusu.

Tuğçe hariç hiç birimiz daha önce kayak yapmamıştık. Aliş zaten Antalya'dan geliyordu. Ömründe toplasan bir kaç kez kar görmüştü. Timur da kardan ve soğuktan hiç hoşlanmazmış. Kahvaltı sırasında bunları söylerken bana göz kırpmayı ihmal etmedi. Anlaşılan benim için burada olduğunu söylemeye çalışıyordu. Kaan'la da zaten beraber büyüdük sayılır. Önceden buz pateni yapmıştı ama bildiğim kadarıyla kayak tecrübesi yoktu.

Kara alışkınım ama yine de her yerin bembeyaz olmasına şaşırdım. Aynı zamanda endişelendim de. Dün uykuda çok üşüdüğüm için kat kat giyinmiştim. Hem atkı, hem kulaklık hem de şapka takmıştım. Kayak takımları tahminimden ağırdı. Tuğçe, kaymaya başlamıştı bile. Biz ise grup olarak hocamızdan temel kuralları, hangi pozisyonlarda duracağımızı, en önemlisi ise nasıl düşeceğimizi öğreniyorduk. Aliş'in kulağıma iki de bir kayak hocası ile ilgili söylediği şeyler kıkırdamama sebep oluyordu. Timur'da sürekli bize bakıyordu. Her hareketimi izliyordu. Buz pateni geçmişi Kaan'ın işine yaramıştı. Dersi tamamlamadan Tuğçe'nin yanına gitmişti bile. Bir saatin sonunda hocamız teşekkür ederek başka bir gruba yöneldi.

Başlarda iyi ki sıkıca giyinmişim diye düşünmüştüm. Fakat kaymak için debelenip dururken ter içinde kaldım. Bu soğukta da terlemek mümkünmüş demekki. Güneş tam tepedeydi. Isıtmıyordu ama terletiyordu. Bunaldıkça kulaklığımı, atkımı çıkarmaya başladım. Bu kez de elimde kaldılar. Bu kıyafetlerin bir sürü cebi vardı ama daracıktı. Bacakları ters V şeklinde açarak gitmeye "Kar Sapanı" deniliyormuş. Yavaş yavaş bu şekilde gidebildiğimi görünce bu işi becerdim zannettim ve telesiyej denen yani sizi dağın zirvesine oturarak çıkaran alete binmek gibi bir hata yaptım. Telesiyejden inmek bile dünyadaki en zor şey gibiydi. Daha ilk yamaçta düştüm. Dakikalarca kalkamadım. Hoca düşmeyi öğretmişti ama unuttuğu bir şey vardı. Kalmak düşmekten daha zordu. Öğlene kadar tek başıma debelenip durdum. Timur ve Aliş çoktan pes etmişlerdi. Otelin önündeki cafede oturuyorlardı bir süredir. Arada elimi kaldırarak beni farketmelerini sağlıyordum. Sonra bende pes ederek yanlarına gittim. Pek hoşlanmadım bu işten ama yine de söylemedim onlara.
"Bakıyorum da çabuk pes ettiniz."
"Kış sporu hiç bana göre değil. Ben kızgın kumlardan serin sulara atlamayı tercih ediyorum. Bana bu kadarı yetti."dedi Timur.
Aliş araya girdi ofkayarak.
"Kayak takımını ayarlayan çocuk ayağım 42 numara dememe rağmen yanlış numara vermiş. Ayaklarım mahvoldu. Sinirliyim çok. Gülmesene! Bu konuda hassasım biliyorsun Nil."
Neler diyor bu böyle. Böyle yanlış anlaşılmaya müsait şeyler söylemeye devam ederse Timur'un gazabına uğrayacak haberi yok.

Öğle yemeğinde sucuk ekmek yedik. Isınmak için de bir iki tek votka içtik. Herkesin keyfi yerinde kayak yapmayı bıraktık. Havanın, manzaranın ve yemeklerin tadını çıkarmaya çalışıyorduk. Hem bugün yeteri kadar yorulduk. Kendi halimizde takılırken Tuğçe tepemize dikiliverdi. Yokluğunu hissetmemiştim doğrusu.
"Neredeydin?"diye sordu Timur.
"Kıyafetlerim ıslandı. Değiştirdim. Bir de hava soğumaya başladı sanki kalın bir şeyler giydim."
Sırt çantasına gözüm takıldı. Farketmiş olacak ki çantasını göstererek
"Biraz yürüyüş yaparız diye düşündüm. "
Parmak ucuyla otelin arka tarafını işaret ederken şunları ekledi.
"Diğer tarafta harika bir yürüyüş yolu var. Manzara muhteşemdir. "
"Şuan keyfimiz yerinde, hem akşam yemeğine de az kaldı."dedi Aliş.
"Buraya emekliler gibi bütün gün oturmaya gelmediniz herhalde. Biraz hareket lütfen. Hem ben müdüriyete yürüyüşe çıkacağımızı söyledim yemek saatine yetişeceğimizi bildirdim. Burada her şey için yetkililere haber vermek gerekiyor. Ne de olsa güvenliğimizi düşünmek zorundalar."

Başta bende karşı çıksam da yürümek o kadar iyi geldi ki. Hiç ayak basılmamış karda yürümek kadar keyifli bir şey yoktur. Etrafta böyle karlarla doluydu. Güneş de bizi takip ediyor. Kızıllığını tüm ihtişamıyla göstermekten çekinmiyordu. Tuğçe, önden giderek bize rehberlik ediyordu. Yolda anlattıklarına göre kayak yapmaya bayılıyormuş. Pek çok yerde yapmış ama burasını ayrı severmiş. Sık sık da gelirmiş.
"Bakın manzara harika demiştim. Haydi şimdi güneşin batışını izleyelim."
Uzun zamandır bana bu kadar huzur veren bir şey görmemiştim. Aslında güneşin batması her gün gördüğümüz ama bakmayı unuttuğumuz bir doğa olayı. İnsanın ömrünü uzatacak cinsten. Herkes benimle aynı düşünüyor olmalıydı ki güneş batmasına rağmen bir süre daha sessizce öylece oturduk.

Beğendiyseniz lütfen ⭐️'a basmadan geçmeyin.

Ben Nasıl Kocaman Bir Kadın OldumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin