1.CİNAYET

6.7K 280 177
                                    

Uğultular yükseliyor, ıssız bir tepenin üzerinde esen rüzgar yüzünden.

Havanın çetin ayazı sızlatıyor ilikleri, camdan bir maddeymişçesine kırıyor kemikleri.

Canından can çekiliyor ruhların, hiç bilmediği diyarların en izbe köşelerinde.

Bir çukur açılıyor, hayatın sayısız kırbaç yediği sırtında.

Doluyor çukurlara acılar, büküyor aciz bedenin belini.

Ve ölüm, katlanılması güç olan tüm gerçekliğiyle dağlanıyor o insanın ruhuna.

Ayaklarının altındaki ıslak zeminde koşmak, işini zorlaştırsa da durmamaya yemin etmiş gibi ve nereye gittiğini bilmeden koşuyordu. Tek amacı, ölümden kaçmaktı, ancak ölüm nereye gidersen git, seni bulabilecek olan tek gerçekti. Ondan kaçamazdın, o seni bulmakta uzmanlaşmıştı. Vahşi bir hayvanın, avının izini sürüp onu en ummadığı anda avlayışı gibi avlardı seni.

Ölüm, usta bir iz sürücüydü.

Koştu. Durmanın ne demek olduğunu bilmeden, karanlığın tüm kasvetiyle üzerine çöktüğü ve hiçbir aydınlığın sızamadığı ormanın içinde, yağmur damlalarının düşerek ıslattığı toprak zeminde zorlanarak, yıldızları bile göremeyecek kadar karanlık olan geceden korkarcasına koştu. Arkasından gelen kişinin adımlarını yanında hissedebilecek kadar yakınında olduğunu biliyordu, eli kolu bağlanmış bir insanın ölümden kaçması ne kadar mantıklıydı, orası tamamen muallaktı. Ellerini saran ipe baktı, ayaklarında hiçbir şey yoktu, koşmak zorundaydı. Yüzüne doğru savrulan saçları görüş açısını azaltsa da koşmaktan vazgeçmedi.

Ağaçların gövdelerindeki kurumuş kabuklar bile, gecenin karanlığında ona korkutucu gelmekten başka bir işe yaramıyordu. "Yardım edin!" diye bağırdı, sesini kimsenin duyamayacağını bilse de vazgeçmedi. Ormanın içinde dağılan sesi, gittikçe kayboldu ve yerini sağır edici bir sessizlik aldı. Kiminin sevdiği gece, kiminin korkulu rüyasıydı ve belki de şu an genç kızın nefesini tıkayan hava, gecenin ölümün emrinde çalışan bir köle olduğunu kanıtlamaktan başka bir işe yaramıyordu.

Ruhunun parçalara ayrıldığını ve o parçalardan her birinin kendi bedenine saplandığını hissediyordu, içten içe bittiğini görebiliyordu. Artık dizlerinde koşacak güç kalmamıştı, bedenini daha fazla ayakta tutabileceğini düşünmüyordu. Çıktığı tepenin üzerinde durdu ve nefes nefese öne doğru eğildi, gözlerinden akan yaşlar ıslak toprağa damlasa da ağlamanın ölümü kendisinden uzaklaştıramayacağını biliyordu. Sertçe yutkunup etrafına bakındı. Bir ayakkabının altında ezilen kuru yaprakların sesini işitebiliyordu. O, buradaydı ve oldukça yakındaydı. Durması, hiçbir işine yaramayacaktı.

İleride bir yerde, tepenin aşağısında uzanan ormanın bitiminde tahta bir iskele çekti dikkatini. Son kez arkasına bakıp, koşmaya devam ederken, ayağı çamur olan zeminden dolayı kaydı ve tepeden aşağıya doğru hızlıca yuvarlanmaya başladı. Bedeninin, çamurun üzerinde kaç defa döndüğünü bilmiyordu ancak başının döndüğünü, düz bir şekilde toprağa yattığında etrafında dönen ağaçlardan anlayabiliyordu. Kusmak üzereydi, daha önce böyle bir şey hissetmemişti. Neden birisi tarafından kaçırıldığını, öldürülmek istendiğini ve o kişinin kim olduğunu bilmiyordu. Gecenin karanlığının altında cinsiyetini ayırt edecek bir ayrıntı bile dikkatini çekmiyordu.

Ölüm korkusu, tüm dikkatini dağıtmaya yetiyordu.

Yattığı yerden yavaşça doğrulurken, bağlı olan elleriyle çamur topraktan destek aldı. Ayağa kalkıp sendeleye sendeleye koşmaya başladığında iskeleye gittikçe yaklaştı. Ormanın bitimine geldiğinde onu kocaman bir göl karşıladı. Burayı biliyordu, buraya daha önce de gelmişti ve şu an neden burada olduğunu da biliyordu. Kaşları çatılırken, hızla omzunun üzerinden arkasını kontrol etti ve iskeleye çıktı. Tahta iskelenin üzerinde koşmaya başladığında, yutkunuş sesleriyle bir başına kaldı. Sessizlik çöktü sonra gölün çevresine ve ruhuna. Bu neydi? Bu bir ölüm sessizliği miydi, yoksa yaşamın, haykırışları duyulmadığı için kadere küstüğü zamanların biri miydi? Bilmiyordu.

8 (KİTAP)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin