Hırçın suları kayalıklara çarpar; kırışmış bir çarşafı andıran denizin,
Toprağa tohumları düşer; boynu bükükleşen dilsiz çiçeğin,
Kanı akar beyaz mermere; sevgisini elleriyle boğan sevgilinin,
Ölüm gelip alır; günahla sevişmiş olan utanmaz kimsesizi.
Bir ateş yandı, yangın kapladı gökyüzünü. Yandı göğün bağrı, soyuldu dünyanın derisi, döküldü dağların eteğindeki taşlar, silindi günahın kalemiyle yazılmış günahkar satırlar, yok oldu acısıyla mutluluğu birbirine karışan hayatlar, gelip geçti zaman, yırtıldı göze inen perdeler, kurtuldu geride kalanlar, öldü önde bayrak taşıyanlar. Yangın oyununu oynadı, evren ise o oyunu kaybeden asıl tamahkâr.
İnsanların ölmek için doğduğu şu dünyada, belki de en saçma şey ölümü unutmaktı ya da hiçbir şey olmayacakmış gibi yaşamak, veyahut alnının bir köşesine yazılmış olan kaderi bildiğin halde bilmiyormuş gibi davranmak, kötülüğün seni cehenneme sürükleyeceğini bildiğin halde kötülükten kopamamak, iyiliğin sana cenneti bahşedeceğini bile bile iyilikten uzak durmaktı. Belki de en saçma şey, bu dünyaya gelmekti.
Kimine göre dünya yaşanılması mümkün olmayan bir yerdi, kimine göre de bahşedilen bu hayat bizlere verilen bir hediyeydi. Günaha sürükleyen şeytanın, iyiliği besleyen meleğin, gündüzü yakan güneşin, geceyi ikiye ayıran ayın, insanlığı öldüren kibrin, daha doğarken katil olanların, doğduktan sonra olacakların ve her daim masumiyeti giyinen bedenlerin içinde bulunduğu bir yer olduğu için yaşanılması mümkün değildi bu dünyada. Lakin şu an nefes aldığımız ve birçok şeyin güzelliğine şahitlik edebildiğimiz için de yaşanılması harika olan bir yerdi bu ikilemci dünya.
Cennet, cehennemin düşmanı değildi.
Cehennem, hiçbir zaman cennetin kardeşi olmadı.
Ancak dünya, hem cennetin hem de cehennemin yol ayrımıydı.
Gündüz, geceyi geride bırakıp bütün umutlarını insanlığın üzerine saçarken genç kız oturduğu sandalyeden kalktı ve masanın üzerinde duran kahve bardağını eline alarak diğer elindeki dosyayı masanın üzerine bıraktı. Yavaş ve paytak adımlarla cama doğru yaklaştı ve sıcak kahve bardağını titreyen dudaklarına doğru götürerek dudaklarının yanmasını önemsemeyip ufak bir yudum aldı. Kahve, boğazından aşağıya akıp yemek borusunu yakarken tam göğsünün ortasına saplanan acıyla beraber yüzünü buruşturdu. Çatılı olan kaşlarının altında kalan iri gözleri karşısındaki camda olan yansımasının gözleriyle kesişti. Kahve bardağından tüten duman, yansımasının bakışlarıyla arasında titreşim yaratırken umursamadı. Acıyan şey canı değildi, bir aileye sahip olamamak bile onu acı haline dönüştürmüştü zaten.
O, acının bizzat kendisiydi.
"Hiç uyumadın," diye fısıldadı, genç adam arkasından ona doğru yaklaşırken. "Bir yerde düşüp kalacaksın, bu kaçıncı kahven?" Melis'in çatılı olan kaşları düzeldiğinde camdaki yansımalarına baktı, kendisinden oldukça uzun alan adamın yansımasına bakmak için bile bakışlarını kaldırması gerekiyordu. Onun yanında bir çocuktan farksızdı, geniş omuzları büyük bir çatıyı andırıyordu. Koruduğu ev ise genç kızdı sanki. "Altı ya da yedinci olması gerekiyor," diye cevap verdi, kendine gelebilmeyi başardığında. "Uykumu kaçırması için içiyorum ya zaten. Amacım bu."
"Farkındayım," diyerek Melis'in karşısına geçti ve birbirlerinin yansımalarına bakmaya başladılar. "Ne o? Ne bakıyorsun öyle, elindeki oyuncağı alınan çocuklar gibi." Genç kız yanıt vermeden omuz silkti ve sertçe yutkunarak elindeki sıcak kahveden bir yudum daha aldı. "Şu an bile cinayetleri düşünüyorsun değil mi?" diye sordu, Uğur bakışlarını oynatmadan. "Aklından türlü türlü senaryolar geçiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
8 (KİTAP)
Mystery / Thriller8 kurban. 6 ceset. 1 katil. Sona kalan iki kişiden birisi mi katil? Yoksa onların ölmesini isteyen başka birisi mi katil?