Riley'nin oraya geliyorum deyişi üzerine bu bölümü bakış açısından yapmazsam memnun olmayacağınızı bilerek öyle yapma kararı aldım. Kimin bakış açısına gireceğimi düşünerek Riley'nin ne kadar riskli olduğunu fark etsem de, Calum çok daha riskli olmasından dolayı bölüm Riley'den.
Ama duygularını çok da yansıtacağını düşünmüyorum. ;((((
"Calum! Aç şu kapıyı." Kapıyı bir kere daha yumruklayıp derin bir nefes aldım. Calum'ı çocukluğumdan beri tanırdım ve ilk kez konuşmaları tuhafıma gitmişti. Gerçi, son zamanlarda da tuhaf davranıyordu ama beni bu kadar endişelendirmemişti.
"Hadi ama Cal." diye mırıldandığım sırada Calum'ın ayak seslerini duydum. Neden bilmiyorum, başka kimseyi belki de bu kadar uzun süredir bu kadar yakından tanımadığımdan olsa gerek; onun ayak sesleri çok küçük bir desibelde bile olsa asla kaçırmaz, gelenin o olduğunu anlardım. Bu sayede de geldiği an kendimi koruma altına almayı öğrenmiştim. Calum etrafımda olduğunda benle ya sözlü olarak ya da herhangi bir fiille dalga geçerdi. Elimden geldiği kadar buna engel olabildiğim için şanslıydım.
Calum kapıyı açtı ve bana tuhaf tuhaf baktı. "Bir Ferrari'ye sahipsin, öyle değil mi?"
Kaşlarımı çattım. "Hı?"
Bıkkınlıkla derin bir nefes aldı. "Çok hızlı geldin demeye çalışıyordum."
Omuz silktim. Nedense huzursuzlanmaya başlamıştım. İçeri girmem için boşluk bırakmıştı Calum. Ama içeri gir diyemeyecek kadar çekingendi. Ben de girmeyecek kadar utangaç ve inatçıydım sanırım. Ortadan ayrık saçlarımın önünü tutup sol tarafıma attım.
Calum saçıma dalgınlıkla bakarak konuştu. "Küçükken sağ tarafa atardın." Bu doğruydu. Ama sağ tarafıma ne kadar atarsam atayım istediğim kabarıklığa ulaşmıyordu ve en yakın arkadaşımın sol taraf ısrarının üzerine sol tarafına kullanmaya başlamıştım. Ama uzun zamandır ortadan ayrılmış şekilde geziyordum. Calum'ın bunu fark etmesi tuhafıma gitmemişti. Ben de onda meydana gelen her değişikliği fark ederdim. Sakallarını ilk kestiği zaman ilk fark eden ben olmuştum. Diş tellerini mavi yapmıştı bir keresinde. Konuştuğumuz ilk anda gözüme çarpmıştı.
"Hey," dedi Calum. "Riley, sen iyi misin? Buraya kapıda dikilmek için mi geldin?" Düşüncelerimden sıyrılıp kaşlarımı çattım. "Hayır, ben..." Calum'a baktım. "Sende bir tuhaflık var ve ben nedense buraya geldim." Cidden, Calum bana mesaj atabiliyordu. Bu büyük bir sorunu yok demekti. Bir anda buraya gelmem tuhaftı. Ama Calum'ın son zamanlardaki konuşma şekli beni tedirgin ediyordu ve okul ortamı dışında bir yerde, bir şekilde yalnızken onu görmek istemiştim belki de. Bilemiyorum, telaşla buraya gelmem çok komikti ve onun benimle hala dalga geçmiyor olması da tuhaftı.
"Ne tuhaflığı varmış bende? Sivilcelerimden ve diş tellerimden bahsetmeye geldiysen, geri dön. Ya da boy atışımın seni şaşırttığını söyleyeceksen."
"Hayır, ben onlar için gelmedim." Bu konuşma gittikçe huzurumu kaçırıyordu. Calum'a doğru bir adım attım ve yüzünü inceledim. "Tuhafsın. Ama bunu her zaman söylediğim anlamda söylemiyorum. Her zamankinden farklısın anlamında. Görüntün değil, sende olan bir şeylerde." Calum gözlerini bana indirmiş sessizce dinliyordu. Karşıdaki ciddileşince hep sessizleşirdi. Bilmiyorum, belki de ben ciddileşince sessizleşiyordu.
"Sana ne oluyor bilmiyorum Cal, ama içinden başka biri çıkıyor gibisin. Sanki o benle sürekli uğraşan gıcık çocuk gidiyor da yerini kibar biri alıyor gibi. Ben... korkuyorum."
Kaşlarını çattı.
"Konuş."
Bekledi. Ne desem diye düşünüyordu büyük ihtimalle ama bana öyle gelmiyordu. Bilerek, sırf acı çektirmek için susuyormuş gibi hissediyordum. Dediğimi dinledi tabii. Sonunda konuştu. "Ben aynı benim Ri. Boşuna korkuyorsun. Yine kafasını üşütmüş Calum'ım işte. Bir güncük seni rezil etmedim diye değiştiğimi düşünme." Güldü. Konuşmasında sert bir şey yoktu. Calum Hood tavrıyla küfürleri bile sevimli hale getirebilirdi ama şu an bana az önce ona doğru attığım bir adıma beni pişman etmek istermiş gibi bakıyordu. Lanet olsun, çok yakındık.
"Madem sen aynı sensin, o zaman..." Yakınlıktan dolayı derin bir nefes aldım. Neden bana beni öpecekmiş gibi bakıyorsun demek istedim. Bunu deli gibi istedim ama yapamadım. Belki de gülecekti. Hayır, diyecekti. Sana öyle bakmıyorum, saçmalama. O yüzden aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "O zaman neden beni arabayla gezdirmiyorsun?" Yüksek sesle konuştuğumda içimden küfür ettim. Az önce ne demiştim? Bir daha araba gezisi mi çıkaracaktım kendi başıma?
Calum gülümseyiverdi hemen. İnanamayan bir gülümsemeydi bu. "Sen ciddi misin?"
Onun gülümsemesine karşılık verdim yapmacık olduğunu fark etmemesi dileğiyle. "Tabii, hep gezdirmek istediğini söylüyordun. Kabul ettim işte, hadi gezelim."
"Deli kullanırım uyarıyorum."
"En fazla ne yapabilirsin ki?"
Onu küçümsememden nefret ettiğini bildiğim halde bu cümleyi bu ses tonuyla kurmuş olduğum için içten içe pişman oldum. Calum eline ne zaman aldığını bile bilmediğin anahtarları sallarken, "Görürsün." dedi. Derin bir nefes alıp arkamı döndüm ve garaja doğru yürümeye başladım.
"Ve Riley," dedi Calum. Bana Riley demesinden rahatsız olduğumu hissettim. "Dediğim gibi; ben aynı benim, söylediklerimin değişmiş olması, eskiden düşündüklerimin bunlar olmadığı anlamına gelmez. Sadece belki de artık yeter demişimdir, anlayabiliyor musun?"
Arkamı dönüp donuk gözlerle Calum'a baktım. Anlayıp anlamadığımı söyleme gereği duymadım. Gözlerimden neyin ne olduğunu anlayacağını biliyordum.
Önüme dönüp arabaya doğru adımlarken bineceğimiz arabanın Calum'ın biricik Honda s2000'i olduğunu fark edip içimden bir kez daha lanetler okudum.
Calum Hood'un arabasına binmek, tam bir çılgınlıktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
In the Blink of An Eye || Hood
Fiksi Penggemar"Hakkında alay ettiğim tüm o şeyler, aslında sana aşık olma nedenlerim." *text