2. Bölüm

3.2K 224 46
                                    


❤️
Koşarken tek duyduğum."Uldız!" diye bir yakarıştı.

Ayaklarım koşuyordu ama beynimde, minik siyah gözler vardı. "Ya çocuğu öldürürlerse o zaman ne yaparım."

Kevin Cartner'in Afrika'daki çocuğu akbabaya bıraktığı gibi, bende çocuğu bırakmıştım. Mağara ya çok yaklaşmıştım. Vicdanımdan gelen bir ses durmamı ve çocuğa bakmam gerektiğini söylüyordu. Düştüğüm mağara, hemen önümdeydi.
Bir adım attım mağaraya doğru, bana neydi ki? Tanımam etmem. Hem ben sudan kurtarmasam zaten ölecekti. Bir adım daha attım mağaraya...
Kahretsin!
Hızla arkamı dönüp çocuğa doğru koşmaya başladım.

Onlara yaklaştığımda devasa ağaçların arkasına saklandım. Bir kadın, kurtardığım çocuğa sıkıca sarılmıştı. Annesi olmalıydı, bir anneden başka hiç kimse böyle sevgiyle sarılmazdı. Saçlarını okşayıp, "Uldız" diyordu sadece. Galiba ismi Uldız'dı ya da bu dilde, ölümden dönene Uldız deniliyordu.

Evet, çocuk ölmemişti ve ben yoluma dönebilirdim. Son kez sırtı bana dönük çocuğa baktım. Evet, gitme vakti, ayaklarım hiç gitmek istemiyor gibiydi duruyordu yerinde. En güzel manzaraya bakıyordum. Hasret kaldığım bir manzara. Saf sevginin hali......
Kalbim durmak istesede beynimin devreye girmesiyle tekrar mağaraya doğru döndüm. Birden bir his belirdi içimde. Sanki arkama bakmam gerekiyordu. Omzumun üstünden yavaşça baktım, ne bekliyordum bilmiyorum ama küçük siyah gözler bana bakıyordu. Çevresinde ki herkes bakıyordu, garip giyimleri, başlarındaki kürklü şapka, ellerinde silahlar, at üstünden sert bakışları...

Sanki çok tanıdık bir manzaraydı. Daha önce bir yerde görmüş gibiydim. Bakışlarında pekte barışçıl olmayan bir ifade görmemle artık topuklamam gerektiğini anladım. Her nereye geldiysem gündüz gözüyle bir daha gelmeliydim. Gerçi mağaraya girerken güneş doğmak üzereydi diye hatırlıyorum ama.

"Ah salak Selenga sana ne? Akşam gündüz, öleceksin şimdi. Bu haşin adamlar seni bir kaşık suda boğarlar."
Hızla önümü döndüm ve aynı hızla mağarama koştum.
Düştüğüm mağaraya gelince, yavaşça tekrar girdim, şimdi nasıl tırmanacağım kaydığım o kadar yeri diye düşünürken tekrar kaymaya başladım. Nasıl olur? Yukarı çıkmam lazımken ben tekrar aşağı iniyordum. Kesin Magmaya gidiyorum bu sefer. Gözlerimi sıkıca kapadım. Ölüme gidiyormuş gibi hissetmiyordum. Ama korkuyordum.

Popo üstü sert bir yere çarpmamla gözümü açmam bir oldu. Oh be burasını biliyorum, kâbus görünce geldiğim yerdi burası. Selenga nehrinin yanı, kötü anılar aklıma gelmesin diye buraya gelmiş oturmuştum. Etrafı keyifle izlerken yüzüm yavaş yavaş asılmaya başladı, daha doğrusu beynim çalışmaya, manzaraya bakıyordum, güneş yavaşça doğuyordu. Hayır, sorun bu güneşin doğması değildi. Mağarayı keşfettiğim ana dönmüştüm sanki ya da hiç mağaraya girmemiş gibi, onca saat geçmemiş gibi.

Hızla arkamı dönüp mağaraya baktım. Taş, kaya her şey tamamdı ama mağara yoktu. Ellerim hırsla kayaları okşuyordu. Yoktu işte yoktu, nasıl olur oysa ben biraz önce bu mağaradan düşmüştüm. Rüya mı gördüm?

Şaşkındım ama salak değildim. Rüya görsem anlardım değil mi? Şuan dokunduğum yerde lanet bir mağara olmalıydı.

Aklımı kaybetmiş olamam değil mi? Yavaşça yere çöktüm. Şizofren falan mı oldum? Tamam, şizofren olduğumu anlayacak kadarda zeki değilim. O zaman şizofren değilim.

Yerimden kalktım ve kamarama doğru yürümeye başladım. Ruh gibiydim, bilinmezlik, yaptım mı yapmadım mı? Hepsi bir rüyamıydı? Kara gözlü minik gamzeli çocukta mı hayaldi?

Tüm gün boyunca bu düşünceler aklımdaydı. Araştırma yapan grupla makale inceliyorduk. Öğlen olmuştu ama ben kendime hala gelememiştim.

AŞKA HUN (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin