"BANA DOKUNMA!"Diye bağırdı genç kız. Gözlerini açtığında sakallı bir adamı yüzünün hemen yanında gördü.Yaşlı adamının yarasına dokunan ellerini, çekti üstünden ve kendi elleriyle önce adamı itti, sonra ayağa kalkmaya çalıştı ama gücü yetmemişti. Kalkamadan tekrar yığılmıştı. Etrafına baktı yavaşça, tarih sayfalarından kopup gelen bir manzara bakıyor gibiydi.
"Hayır, hayır, hayır" diye mırıldandı. Burada olmamalıydı. Belki de rüya görüyordu. Anlamsız sesler duyuyordu. Biliyordu ki eski Türkçe konuşuluyordu. Bacaklarını karnında çekip, gözlerini sıkıca yumdu, elleriyle kulaklarını kapadı.
"Doksan dokuz kırmızı böcek kapının üstünde, böceklerden biri yere düşünce, doksan sekiz kırmızı böcek kapının üstünde, böceklerden biri yere düşünce, doksan yedi..."
Sakinleşmek için söylediği kırmızı böcek şarkısı, beyninin çalışmasına da vesile olmuştu. Akşam savaşın ortasında bulmuşlardı kendilerini, mağaraya gidememiş, kendi zamanlarına geçememişlerdi. Çacıke, Çacıke iyi miydi? O da vurulmuştu. Ne yapacaktı şimdi? Burada kalmazdı. Esir mi olacaktı, köle mi? Nasıl yaşardı burada? Bir an önce kaçmalıydı. Beyni çok hızlı çalışmaya başlamıştı. Kafasında bir plan yapmıştı. Hemen ayağa kalkacak çadırdan çıkacak mağaraya oralarda Çacıke'yi bulacaktı. Ölmüş olamazdı. Akşam olunca da mağaradan kendi zamanına geçecekti. Evet bu kadar basitti.
Gözlerini açmasıyla öfkeden simsiyah olduğu belli olan bir çift gözle karşılaştı. Kesinlikle ittiği yaşlı adam değildi. Tanıdık bir yüz gibiydi. iki genç birbirlerine bakıyorlardı. Uldız ve Selenga...Uldız şifacının çadırından gelen çığlıkla, oraya koşmuştu. Çadıra girdiğinde akşam ki kız çocuğunun şifacığı ittiğini gördü. Etraftakiler harekete geçmiş, yaşlı şifacıyı yerden kaldırmıştı. Kıza doğru kızgın adımlarla giden GökAy'ı eliyle durdu. Kızın şimdi ne yapacağını merak etmişti. Kıza bakarken bir an "Vay be o kadarda güçsüz değilmiş" diye geçirdi içinden. Sonra saçmalayan iç sesine kızdı.
Şifacıya kötü davrandığı için kıza sinir olmuştu. Kız yavaşça ayakları toplamış gözlerini kulaklarını kapamış. Bir şeyler mırıldanıyordu.Uldız bir an kızın çok kırılgan göründüğü fark etti. Kanadı kırılmış bir kuş gibiydi. Korkmuş ve kimsesiz. Köle miydi acaba? Üstünde ki yırtık giysiden öyle olduğu belli oluyordu. Neyse ki bu devlette kölelik yoktu. Kız anlamadığı bir dilde bir şeyler mırıldanıyordu.
Uldız biran korktu. Acaba kız deli miydi? Yavaşça yanına çöktü. Tam elini uzatacakken kız gözlerini açtı. Mavi bir çift göz, korkmuş gibi bakmıyordu. Gözünde cesaret pırıltıları parlıyordu. Uldız'ın düşündüğü kadar aciz olmayada bilirdi. Gözleri çok büyüktü bir kere, burnunun etrafında çiller vardı. çenesinde güzel değildi. kulakları kepçe miydi?
Tek tek bakıldığında hiçbir tarafını beğenmemişti. Dudakları hariç. Ama nasıl olduysa bu sevmediği organlar birlikte sevimli gözüküyorlardı. Uldız kafasında saçma sapan yargılar yapan iç sesine anlam verememişti. Hızla ayağa kalktı.
Kızında kolundan tutup:
"Kimsin sen? Kendini ne sanıyorsun?" diye kükredi. Bir yandan da kızı sarsıyordu.
Selenga hiçbir şey anlamamıştı. Eski Türkçesi o kadar iyi değildi. Hatta hiç iyi değildi. Ama bu taş gibi vücutlu mağara adamını onun kolundan tutup sarstığına göre kızıyor olmalıydı. Yere ittiği adam için olabilir miydi?
Adam hala onu sarsıyordu;
"Kimsin sen? Kimm"
İyice sarsılan Selenga, bu zamanın kadınları gibi suskun olamazdı. Kimse ona bağıramazdı.
"Ne bağırıyorsun be?" diye bağırdı adama doğru.
Onunda onu anlamadığı belli olmuştu.
"Ne oldu He-man kılıklı, anlayamadın mı? Bana bağıramazsın tamam mı? ben senin bildiğin kadınlara benzemen susmam tamam mı? Dağ kaçkını! "
Dedi bağırarak, içinden bir yerlerde zafer nidaları atıyordu. 'Ben onu anlamıyorsam o da beni anlamaz.'diye geçiriyordu ki içinden. Fakat uldızın ipek yolunda tüccarlık yapan yabancılardan İngilizceyi öğrendiğini bilemezdi.
"Dağ kaçkını?"
Diye şaşkınca sormuştu. Uldız, kız Çinlilerin saldırdığı tüccarlardan birinin kızı olmalıydı. Yabancıydı yani, zaten terbiyesiz davranışlarında da anlamalıydı. Köle olsa böyle dili pabuç kadar olamazdı.
Ayrıca kendine dağ kaçkınımı demişti. Bu kızı Uldız'ı ne sanıyordu. Tiksinirmiş gibi elini kolundan çekmişti. çat pat bildiği dilde:
"Tüccarlardan birinin kızı mısın? Çinliler size mi saldırdı?"
Selenga yerin yarılıp onu yutmasını istedi. Nasıl onun dilini bilirdi.
Kafasını sallıyordu, fark etmeden. Uldız'sa bunu bir kabulleniş olarak anlamıştı. Selenga'nın derdi başkaydı oysa,Uldız karşısında kıpkırmızı olan kızın yüzüne baktı. Utanmış olmalıydı, biraz önceki laflarını yüzünden olmalıydı. Savaşlarda katılaşan yüreği bu el kadar olan küçük kıza karşı yumuşamıştı. Küçük çocuktu işte.
Saçını gitti eli, yumuşacık olan saçları içinde bir yerlerde bi his oluşturmuştu. Çok minik bir kıvılcım yanıp sönmüştü.
"Korkma küçük kız, biz sana bakarız." Dedi onun dilinde.
Etrafta ona bakan insanlara da kendi dilinde açıklama yapmaya başladı.
"Tüccarlardan birinin kızıymış, sanırım Çinliler ona da kötü davranmış. Büyük bir ihtimal bizimde ona kötü davranacağımızı sanıyor. O bize emanet. Dikkatli davranın."
Dedi ve çıktı dışarı. Bu Selenga ve Uldız'ın en uzun konuşmaları olmuştu. Sonra ki günlerde pek birbirleriyle konuşamayacaklardı.
*******
Biraz kısa biliyorum yarında 2.kısmı gelecek inşallah. Lütfen yorum ve yıldızlarınızı eksik etmeyin❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKA HUN (Tamamlandı)
FantasíaSelenga ve Uldızın aşkı❤️ Tarihi fantastik bir aşk... #tarihi#fantastik#Romantik#komedi#