Eskimiş büyük bordo koltukta, ayaklarını önündeki sehpaya uzatarak oturuyordu. Elinde çevirdiği, bira şişesinin kaçıncı olduğunu bilmiyordu. Sehpanın üzeri, sağı, solu boş şişeler ile doluydu. Zaten beşten sonra saymayı da bırakmıştı.
Jiyong kesinlikle içen biri değildi. Sigara kullanıyordu, evet ama bir kez olsun içki içmemişti ama artık içiyordu. Hatta en iyi içici bile olabilirdi. Düşünmemesi gerekiyordu. Bunun için sigaraya tekrar başlamıştı ama bunun bir sonuç verdiğini göremedi. Sadece ciğerlerini bitiriyordu. Beyni hala sağlam bir şekilde duruyor ve düşünceler dönemeye devam ediyordu. Son çare olarak içmeye başladı. Bir şekilde işe yaradığı söylenebilirdi. Sadece kısa bir süre için... Sonra tekrar her şey eski haline dönüp, Jiyong'un suratına tokat gibi çarpıyordu. Yine kısa bile olsa bir kaçış yoluydu. Kaçmaya ihtiyacı vardı. Aslında ihtiyacı olan tek şey, o dalgalı saçlı çocuktu. Onu sarmasına, öpmesine, yanında olmasına ihtiyacı vardı. Jiyong'un Seungri'ye ihtiyacı vardı ama Seungri için aynı şey geçerli gibi gözükmüyordu. Adamdan nefret ediyordu. Yüzüne bakmadan yanında geçtiği o gün daha iyi anladı, Jiyong. Normalde gittiğinde adamı kovardı ama en azından, onunla konuşurdu. O gün onu bile yapmamıştı. Sanki orada yokmuş gibi davranmıştı.
Jiyong, daha ne kadar yıkılabilirim, diye düşündüğü her an daha fazla yıkılıyordu ve bunun sonu yok gibiydi.
Elindeki bira bittiğinde, yan tarafını kontrol etti. Aradığı şeyi bulamayınca, oflayarak yerinden kalktı. Oda karanlıktı. Bastığı yeri göremiyordu. Yerde duran devrik şişeye bastığında, kayıp kalçasının üzerine düştü. Acı bir inleme kaçtı dudaklarından. Kalçası adeta yanıyordu. Yerden destek alarak ayağa kalkmak istedi ama eli şişenin üzerine gelmişti. Sarhoşluğun etkisi ile fark edemedi. Bütün gücü ile bastırdığında elinin altındaki şişe paramparça oldu.
"Sıçayım--" kalkmaktan vazgeçip ayaklarını uzattı. Sağlam eli ile eline batan cam parçasını çıkarmaya çalıştı ama hiçbir şey göremiyordu.
"Sikeyim!" ayağıyla öndeki sehpaya vurdu ve büyük bir gürültü ile düşmesini sağladı. Altındaki huysuz herif umrunda bile değildi.
"Ahhh!--" başını kanepenin köşesine vurarak ağlamaya başladı. Küçük evde, kalbinin acısını dindirmeye çalışan adamın ağlama sesi yankılanıyordu. Dayanamıyordu artık. Siktiğimin içkisinin bile bir faydası olmuyordu. O kısa anlar bile yeterli gelmiyordu. Boğuluyormuş gibi hissediyordu. Boğazında duran yumrunun sebebi ise canından çok sevdiği adamdı.
Hıçkırık sesleri duyulmaya başladı odada. Jiyong'un sevmediği şeylerden biri de hıçkırmaktı. Kontrolü dışında gerçekleşen bu refleksten nefret ediyordu. Siniri daha fazla artmaya başladığında, hala içinde cam parçası bulunan elini kanepenin yumuşak yerine vurdu. Hiçbir şey hissetmiyordu. Elini yaraladığını bile unutmuştu. Sadece ağlamaya ve vurmaya devam ediyodu.
"Jiyong!--Jiyong!" kapı arka arkaya vurulmaya başladı ama adam hiçbir şey duymuyordu. Dış dünyaya kendini kapatmış gibiydi.
"Kapıyı aç!-- lanet olsun!-- aç şu kapıyı!" kapının arkasındaki adamlar içerden arkadaşlarının ağlama sesini duyuyorlardı ve fazlasıyla panik olmuşlardı.
"Kırıyorum!--" büyük olan kapıya yaslanan adamı itip geriye doğru birkaç adım attı.
"Bir- iki--" bütün gücünü omzuna verip kapıya vurdu. İlk vuruşta açılmamıştı tabi ki. Tekrar ve tekrar denedi.
Jiyong ise yaptığı şeye hala devam ediyordu. Başını kanepenin kenarına, yaralı elini ise oturma kısmına vuruyordu ama sert değildi artık. Hafif hafif hareket ediyordu. Hıçkırıklar artmıştı. Dudaklarını birbirine bastı ve nefesini tuttu. Vermek gibi bir niyeti de yoktu.