5
Uyanış
Gözlerini açtığında hiç bilmediği bir yerdeydi. "Burada ne işim var?" Çevresini inceleyerek nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Yer yatağına alelade serilmiş çarşaftaki kan lekelerini görünce "İmdat!" diye bağırarak bir sıçrayışta ayağa kalktı.
Kapıyı yokladı, kilitliydi. Kapıyı panikle yumruklamaya ve kilidi sarsmaya başladı.
"Çıkarın beni buradan."
Sesi çok cılız çıktı. Uzun süre aç ve susuz kalmıştı. Önceki sabah Fındıklı Parkı'nda içtikleri çorbadan sonra hiçbir şey yememişti.
"Orada kimse yok mu? Lütfen biri kapıyı açsın."
Cevap veren çıkmayınca iyice paniğe kapıldı. Pantolonun boyu çok uzundu ve paçaları ayağına dolaştı. Odanın içinde çaresizce koştururken neredeyse düşüyordu. Eğilip paçalarını kıvırdı. Üzerindekilerin hiçbiri ona ait değildi. Kot pantolon boldu, düşmesin diye tek elini kemerden ayıramıyordu. Kemeri en son deliğe kadar sıkmak zorunda kaldı. Gömleği erkek gömleğiydi. En kötüsü ise iç çamaşırlarının olmamasıydı. Utandı. Gece neler olduğunu hatırlamaya çalıştı.
Beni o soydu.
Öfkeden kıpkırmızı oldu. Dehşet içinde o tiksinti verici anı hatırlamaya çalıştı. Bir süre çırpınışlarına seyirci kalan İstanbul, boğulmasına ramak kala onu sudan çekip çıkarmış, kucağında taşıyarak, ağaçlık ve çalılık bir yoldan geçip bu eve getirmişti. Yarı baygın durumda olmasına rağmen tir tir titrediğini ve o anda tamamen savunmasız olduğunu iyi hatırlıyordu. Islak giysilerini çıkarmasına yardım ederken Aden'e istediği her şeyi yapabilirdi ama onu soymak ve bulduğu kuru giysileri giydirip, üstünü örterek ısınmasını sağlamaya çalışmaktan başka bir şeye yeltenmemişti. Tekrar düşündü. Her saniyesini hatırlamaya çalıştı. Evet, iç çamaşırlarını o çıkarmıştı ama kesinlikle hiç bir şey olmamış, ona dokunmamıştı bile.
Demek sonra uyuya kaldım. Peki, beni ne diye kaçırıp buraya getirdi? Tamam, kim olup olmadığıyla biraz fazla ilgilendim ama gerçek kimliğini bilmiyorum ki hem bilsem ne olacak? Böyle bir kargaşada polise gidip olanları anlatsaydım bana gülerlerdi herhalde. O halde beni neden kaçırdı?
Bu odadan bir çıkış yolu olmalı diye düşündü. Panik içinde odayı inceledi. Lamba açık bırakılmıştı. Oda genişti. Yerler ahşap, duvarlar betondu. Camdan dışarı baktı, çevre ağaçlıktı. Prens Adaları'ndan birindeydi ama hangisinde olduğunu anlaması imkânsızdı. Nefes nefese kalmıştı, durdu. Pencereyi kontrol etti. Eski zamanlarda kullanılan türde ahşap kayıtlarla bölünmüş bir pencereydi. Tüm gücüyle zorlayarak yukarı doğru kaldırıp açmaya çalıştı. Kalın çivilerle doğramaya sabitlenmişti, kıpırdatamadı bile. Camı kırmak da hiçbir işe yaramayacaktı çünkü pencere ahşap kayıtlarla bölünmüş, bir insanın ya da hayvanın sığamayacağı kadar küçük cam bölmelerden oluşuyordu. Sanki cam kırılırsa kimse içeri giremesin diye tasarlanmıştı.
Allah'ın belası beni buraya hapsetmiş.
Sinirle sağa sola vurup, tekmeler savurarak "İmdat, yardım edin!" diye bağırdıktan sonra yoruldu ve olduğu yere çöktü. Odanın duvarları bir kapan gibi üstüne üstüne geliyordu. Çaresizlikten ağlamaya başladığında bir ses duydu. Dikkat kesildi. Biri kapıdaydı. Yüreği ağzına gelmişti. Hemen arkasından anahtar sesi duydu. Ayağa kalktı. Koluyla gözyaşlarını silip kapının arkasından bir iki adım geri çekildi ve korku içinde beklemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarım Adam
Fiksi UmumKendini yontmayı unutma' der Zeus... Kendi kabuğunu kendin soyabilirsin. Kendi özgürlüğünü kendin dışarı çıkarabilirsin. İnsan biraz da kendi emeğidir. Yaşamak, kendi kendini adam etmektir. Zekâ ve bilgini kullanarak etinden kemiğinden kendi heykeli...