BAEKHYUN ~6~

57 8 0
                                    


Sabah alarmının sesiyle, sersemleyerek uyandım. Saat farkından dolayı daha uyku düzenim yerine oturmamıştı. Sendeleyerek yataktan kalktım. Bugün NY'daki ilk iş günümdü. Dün oldukça heyecanlıydım, fakat şuan sadece sinirliyim. Sabahın bu saatine iş mi konulur?

Hızlıca hazırlandım. Annem bana ilk iş gününde takım giymemi söylemişti fakat giymeyecektim. Psikoloğum ben patron değil. Üstüme mavi bir kot ve beyaz bir tişört geçirdim. Tam hastanede çalışan birine göre giyinmiştim bence.

Eyelinerımı da çektikten sonra hazırdım. Aşağı indim. Luhan aşkım hyung, bizim için kahvaltı hazırlamıştı. Jongdae, kahvaltıya saldırmaya çalışıyordu -pislik-, Luhan hyung da onu tutup beni beklemeleri gerektiğini söylüyordu -aşkım-. Kyungsoo ise bir köşede oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Ellerinin hareketine bakarsak biriyle mesajlaşıyordu, gülümseyişine bakarsak Jongin'di, yüz ifadesine bakarsak sexting değildi. Büyük olasılıkla aynı şehirde ve aynı hastanede çalışacakları için mutluluk ve romantizm -ıyy, bana olmadığı sürece sevmem- dolu cümlelerdi. Jongin ile ben de konuşmuştum fakat biz hastanedekiler hakkında dedikodu yapmıştık. Bana insanlardan bahsetmişti. Hiçbir romantizm içermiyordu. Ama mutluluk içeriyordu. Dedikodu beni her zaman mutlu ederdi.

- Baekhyun, insene aşağı! Ne diye orada dikiliyorsun?! Görmüyor musun nasıl tuttuğumu bu ayıyı?

Luhan hyungun sesiyle kendime gelmiştim. Kendime baktığımdaysa, merdivenin başında salak gibi dikildiğimi gördüm. Gülerek aşağı inip masaya oturdum.

- Geldim aşkım hyungum.

Luhan hyung yine gözlerini devirdi. Alışkanlık olmuştu bu onda. Jongdae'nin köpek gördüğü zaman ters yöne koşmaya başlaması, Kyungsoo'nun Jongin ile sexting yapması, benim herkes ile dedikodu yapmam ve Luhan hyungun göz devirmesi... Hepimizin alışkanlıkları vardı.

Masaya oturduk ve aynı anda saldırmaya başladık. Luhan hyungun eli acayip lezzetliydi ve masayı da bu elleriyle donatmıştı. Saldırmayacaktık da ne yapacaktık?

Kısa bir süre sonra masada yiyecek kalmamıştı. Kendimizi durdurmasaydık masa da kalmayacaktı.

- Hyungum, ellerine sağlık. Her zamanki gibi süpteşem olmuş.

- Sağol, Baek. İlk gününüz iyi geçer, umarım.

- Umarın hyung. Hastaneye uğramayı unutma.

- Tamam tamam, unutmam.

Üçümüz Luhan hyunga el sallayarak çıktık.

- Nasıl gideceksiniz? Sizi ben bırakayayım mı?

- Polis arabasıyla hastaneye gitmek mi? Sağol teşekkürler.

- Baek, polis arabasını oraya gidince sabah veriyorlar; mesai bitince de geri alıyorlar. Sence başıboş bir şekilde arabaların dolaşmasını isterler mi?

- E o zaman sen bizi neyle bırakacaktın?

- Hiçbir şeyle. Sadece yanınıza kadar gelmekten bahsetmiştim. Benim mesai daha başlamadı.

- Jongdae...

- Efendim Baek?

- Sen bir gerizekalısın.

Hızlanarak Kyungsoo'nun yanına gittim. Arkamdan da kahkaha atan Jongdae gelip Kyungsoo'nun öbür yanına geçti.

- İki yanımda yaşıtlarla doldu.

- Dilek dilemek mi istiyorsun? Seni tutmayız, dile. (Bilmeyenler olabilir diye söyleyim dedim, aynı isme sahip olanların arasına geç ve dilek dile derler. Ordan esinlendim biraz)

- Hayır, benden biraz uzaklaşmanızı istiyorum.

Güldük ve... Sallamadık.

- Kyungsoo, biz hastaneye nasıl gideceğiz?

- Kahvaltıda söylemiştim ama duymadınız demekki.

- Bu tür şeyler yemek yerken söylenilir mi? Yemek yerden hiçbir şeyi duymuyoruz biz?!

- Baek hyung... Sitenin kapısına çıkacağız. Jongin oradaymış şuan zaten. O önce Jongdae'yi bırakacak. Sonra da hastaneye geçeceğiz. Yani Jongdae hyung, seni de düşündüm.

Sessizce çıkışa doğru yürümeye başladık. Bu sırada gördüğüm şeyle sırıtmaya başladım. Karşı taraftan bir köpek geliyordu, sahibiyle birlikte. Fakat biraz sorun çıkarıyordu, bu yüzden sahibi pek de tutamıyordu köpeği. Ve bunu telefonlarıyla ilgilendikleri için Kyungsoo ve Jongdae göremiyordu.

Kısa bir süre sonra köpek sahibinden kurtulup koşmaya başladı. Havladığı gibi, Jongdae kafasını kaldırdı; köpeği gördü ve koşmaya başladı. Köpek de onu kovalamaya başladı. Köpeğin sahibi -bizim yaşlarımızda ve yakışıklıydı- arkalarından koşmaya başladı. Kyungsoo da sahibin arkasından koşmaya başladı. Bense orada durup gülmeye başladım. Sonra eğlenceyi kaçırmamak için bir yandan gülüp bir yandan da arkalarından koşmaya başladım.

Olay yerine geldiğimdeyse Jongdae yerde ağlıyor, köpek de onun üstünde Jongdae'yi yalıyordu. Sahibi köpeği almaya çalışıyor, Kyungsoo ise videoya çekiyordu. Sahibinin yanına gittim.

- Siz sallamayın onu, köpekleri çok sever o. Burada mı oturuyorsunuz?

- Hiç seviyor gibi durmuyor... Ağlıyor!

- Sevinçten ağlıyor. Uzun süredir onun suratını yalayan tek köpek benim.

- Huh?

- Sizce de yavru köpeğe benzemiyor muyum?

- Evet... Benziyorsun aslında.

- Evet, bizce de. Ee, burada mı oturuyorsunuz?

- Evet. Burada oturuyorum.

- Biz de yeni, tanıştık. Tanışalım. Ben Baekhyun, 26 yaşında bir psikoloğum. Köpeğin yaladığı; Jongdae, 0 da 26 yaşında ama polis. Videoya çekense Kyungsoo, 25 yaşında doktor. Bir de şuan evde olan hyungumuz var. Luhan, 27 yaşında aşçı. Kore'den daha dün taşındık dördümüz.

- Hm... Memnun oldum. Ben Minseok, 27 yaşındayım ve veterinerim. Ayrıca ben de Koreliyim.

- Biz de memnun olduk. Bir ara sizi bize bekleriz. Şimdi işimizdeki ilk güne geç kalıyoruz da. Köpeği çekebilir miyiz?

- Tabiki.

Minseok hyung ile birlikte köpeği çektik. Birbirimize iyi günler dileyerek yolumuza devam ettik. En sonunda çıkışa ulaşmış, Jongin'in arabasına binmiş ve yola çıkmıştık. Ben telefonumla ilgileniyordum, Kyungsoo da Jongin ile konuşuyordu. Jongdae ise... Islak mendille yüzünü silerken bir yandan da ağlamaya devam ediyordu. Ona Kyungsoo ile yeterince destek olmuştuk ama o istememişti. Kendi bilirdi.


Beğeni ve yorumlarınızı esirgemeyiniz :)

New City New Life (NEW1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin