Jongdae, telefonunda yazılı olan adrese geldi ve üzerinde kocaman 'Chamomile Heaven' yazan parfüm dükanından içeri girdi. Baekhyun, hâlâ maskeli yüzüyle kasada bir şeyle ilgileniyordu. Jongdae gülümseyerek yaklaştı ve önünde durdu.
"Papatya kokulu parfümünüz var mı acaba?"
Baekhyun, duyduğu sesle başını kaldırdı ve Jongdae ile göz göze geldi. O kısacık sürede ikisinin de nefesi durmuştu. Kasanın ardından Baekhyun yüzünden maskeyi çıkartıp gülümseyerek konuştu.
"Bir parfüme ihtiyacınız olduğunu düşünmüyorum." Jongdae güldü ve etrafa bakındı. Dükkan genelde mor bir ışıkla aydınlanıyordu ama raflar beyaz led ışıklarla süslenmişti ve üzeri pahalı parfüm kutularıyla doluydu.
"Sana şarj aleti getirdim." Jongdae hatırladığında, sırt çantasını büyük masanın üzerine koydu ve içinden farklı markalara ait bir deste şarj aletini çıkardı. "Hangi marka telefon kullandığını bilmiyorum, evde ne varsa getirdim."
Baekhyun gülümseyerek kendi telefonuna uygun şarj aletini aldı ve rafın arkasında gizli kalmış prize takarken konuştu.
"Bugün geleceğini bilseydim, güzel bir şeyler giyerdim." Jongdae, dirseğini masaya yaslayıp kafasını eline yerleştirdiğinde Baekhyun'u süzdü. Siyah bir pantalon, içinde hardal sarısı kadife gömlek, üstünde siyah örgü bir kazak ve kazakta cep olmamasına rağmen örgülerin arasına ilişirdiği bir kaç papatya. Eh, bu kadar tanımlamışken virgül modeli siyah saçlarını unutmamak gerekiyordu çünkü Jongdae bu manzara karşısında baya etkilenmişti. Hatta salyasının akması an meselesiydi.
"Gel, direkt seni bahçeye götüreyim." Baekhyun, kasanın bulunduğu bölümden çıktı ve takip edildiğini düşünerek, büyük ahşap kapıyı açtı. Jongdae açılan kapıya yaklaştı ve büyü sayesinde nefesi kesilmişti. Gerçekten masaldan fırlama, perili bir yer gibiydi burası.
"Bu çok harika!" Jongdae heyecan ve şaşkınlık duygularının harmanlanmış haliyle etrafı masum şekilde izlerken, Baekhyun sorguluyordu. Gerçekten, Jongdae kendisinin daha harika olduğunu bilmiyor muydu?
"Bahçede dolaşabilirsin. Senin için bir şeyler getirmemi ister misin? Dolapta buz gibi vişne suyu var?" Jongdae, Baekhyun'a döndü ve diliyle dudaklarını yalarken heyecanla başını salladı.
"Vişne diyince akan sular durur!" Baekhyun gülümsedi ve Jongdae'yi yalnız bırakarak aşağı kata indi.
Gerçekten Baekhyun'un dediği gibi cennetti. Şuan, Jongdae'yi buraya kilitleseler ömrünün sonuna dek burada yaşayabilirdi.
Bahçenin sağ tarafı komple papatyalar ile doluydu. Sol taraf ise farklı çiçek türleri ile. Ekinezya, Gerbera, Kasımpatı, Petunya ve taş duvarı süsleyen Obrezya. Jongdae hepsine teker teker dokunup, kokladı. Ardından bahçenin sonunda, boş bir kuş yuvası gördüğünde adımlarını o tarafa yöneltti. Ahşap el yapımı bir yuvaydı, beyaz renkle boyanmıştı ve tutma yeri kalp olarak tasarlanmıştı. Baekhyun, vişne suyu dolu bardağı Jongdae'ye uzatırken diğeri merakla sordu.
"Ne vardı içinde?"
Baekhyun hafif hüzünle boş kuş yuvasına baktı. "Bir cennet papağını."
Jongdae, vişne suyunu yudumladığında dudağı fazla öpülesi bir kızıla boyanmıştı ve etrafını yalarken, Baekhyun daha fazla dayanamayıp tekrardan yuvaya döndü.
"On altı yaşında edindiğim ilk evcil hayvandı. Annem evde istemediği için onu buraya getirmiştim. O zamanlar burası bakımsızdı. Babannem ile birlikte ona bu yuvayı yaptık." Jongdae, parmaklarını yuvanın üzerinde gezdirdi. Kurumuş beyaz boya parmaklarını gıdıklamıştı.
"İsmini Mimoza koymuştum. Yeşil renkli çok güzel bir hayvandı. Çok konuşkan değildi, sadece ara sıra kendi ismini söylüyordu. Ona bakmak için her geldiğimde, boş saksıların içine mimoza ekiyordum. Ona arkadaşlık etsin diye."
Jongdae, merakla diğerini dinlerken etrafa bakınmayı da ihmal etmiyordu.
"Onu sürekli kafesinden çıkarıyordum, uçsun ve özgür olsun diye. Ama şehvetle uçmuyordu, mutsuzdu sanki. Babanneme sordum, 'onu özgür bırakıyorum, neden mutsuz?' diye. O da bana, bir cennet papağınının sadece cennete özgür olabileceğini söylemişti. Ben de bir süre sonra onu öldürdüm."
Jongdae, gözlerini büyülterek Baekhyun'a döndü.
"Öyle bakma, yanlışlıkla oldu yemin ederim. Sadece yuvasına koymak istemiştim. Elimde kalın bir sopa vardı ve ucunda da file bir poşet. Her zaman öyle koyuyordum ve o, ilk defa o gün şehvetle uçmuştu Jongdae. Yakalanmamak için kaçıyordu ve ben yanlışlıkla sopayı sert vurduğumda süzülerek yere düşüşünü hiç unutamıyorum. Avcumun içinde ölmüştü ve bende onu, mimozaların arasına gömdüm."
"Hüzünlü bir son olmuş." Baekhyun biraz sessizlikte Jongdae'yi onaylayıp kaldığı yerden devam etti anlatmaya.
"Daha sonra, mimozaları söktüm çünkü canım yanıyordu. Tek tesellim yeni bir kuş almak olacaktı, bu yüzden havyan mazağasına gittim. Çok farklı kuş türleri vardı ve ben Mimoza'ya benzer bir kuş bulmuştum, tek fark onun gagası beyazdı. Satıcıya türünü sorduğumda, 'Sevda Papağanı' olduğunu söyledi."
Baekhyun, Jongdae'nin elinden boş bardağı alıp tepsiye koydu ve elini tutup, merdivenlere yöneldiler. Bahçeye inmek için üç basamak minik bir merdiven vardı ve Baekhyun oturduğunda, Jongdae'de yanına kuruldu.
"Israrla onun bir cennet papağanı olduğunu söyledim çünkü Mimoza'ya çok benziyordu. Ve satıcı da ısrarla sevda papağanı olduğunu söyledi. Sinirle eve geldim ve kısa bir araştırma sonucunda, kırmızı gagalıların Cennet Papağanı, beyaz gagalıların ise Sevda Papağını olduğunu öğrenmiştim."
Jongdae, dirseklerini dizlerine koydu ve başını da elleri arasına. Baekhyun'un kendisi hakkında bir şeyler anlatmasını sevmişti, sanki masal dinliyor gibi bir hâl vardı üzerinde.
"Sevda Papağanı denmelerinin sebebi, eşlerine duydukları büyük aşk ve ilgiden kaynaklıymış. Ben de ileride Sevda Papağını olmak istedim, birini seversem bu ömürlük olacaktı ve ben ona büyük bir ilgiyle bağlı olacaktım. Ve birine deli gibi bağlanırsam, evime Sevda Papağanı alacaktım. Sanırım şimdi seni, çatı katımda ki papağanım ile tanıştırmam gerekiyor."
Jongdae gülümsedi. Çokça ve genişçe. Kalbi hızla atıyordu ve bayılacağını hissediyordu. Byun Baekhyun bu kadar güzel sevmemeliydi.
"İsmi ne peki?"
"Papatya."
Jongdae'nin gülümsemesi giderek büyüdü ve kahkahaya dönüştü. Baekhyun çok hoşuna gidiyordu ve şuan verebileceği en iyi tepki, melodik kahkahasını bahçede ki her çiçeğe duyurmaktı. Baekhyun emindi ki, çiçekler daha çabuk büyüyecekti.
Jongdae'nin kahkahası dindiğinde, bir süre sessizleştiler. İkisi de ne diyeceğini bilmiyordu. Aralarında ki saf duyguya utanmışlardı aslında.
Baekhyun'un kazağı arasında ki papatyalara dokundu Jongdae. Kalbinin üzerine daha fazla papatya koymuştu ve Jongdae'nin eli üzerinde gezinirken Baekhyun tam sırasının olduğunu düşünüyordu.
Yavaşça Jongdae'ye yaklaştı. Diğeri irkilmedi ya da kaçmadı, sanki o da bunu bekliyordu, yapsın istiyordu. Cesaret aldı Baekhyun ve iştahla kalın dudakları sömüreceği sırada, müşterinin geldiğini fark ettiklerinde Jongdae uzaklaştı.
"Birazdan geliyorum." Jongdae herhangi bir temasta bulunmamalarına rağmen hızla başını salladı. Baekhyun ayağa kalkarken, aniden Jongdae'nin dudağına ufak kısacık bir öpücük kondurup kaçtı.
Müşterinin yanına vardığında, diğerine kısa bir bakış attı. Jongdae, donmuştu hâlâ aynı yöne bakıyordu. Az önce Baekhyun dudaklarına bir öpücük bırakmıştı ve şuan çığlık atmamak için kendisini zor tutuyordu. Parmağını dudağının etrafında gezdirmeye başladı ve yine fark etti ki; Byun Baekhyun çok güzeldi.