XIII

306 32 15
                                    

Babamın mesajından sonra bir süre oturdum. Sonra babamın söylediği şey aklıma geldi.

Bunu sen zaten biliyorsun.

Babamın bilmece gibi konuşmasından nefret ediyorum. Yani sen Apollon musun yoksa Athena mısın? Niye bilmece gibi konuşursun ki? Ama hayır, onunla ilk tanıştığımda kehanet hakkında da böyle bulmaca gibi konuşmuştu ve sonra başıma neler gelmişti.

Oturduğum yerden kalkıp kulübeden çıktım ve Zeus kulübesine doğru yürümeye başladım. Kısa sürede kulübeye varıp kapıyı çaldım. Kapıyı Jason açtı ve beni içeri aldı. Thalia'nın banyoda olduğunu ve kendisinin kısa bir işi olduğunu söyleyip çıktı.

Oda neredeyse boş sayılırdı. Odanın bir kenarında ürkütücü bir hippi Zeus heykeli vardı. Normalde bu bana komik gelebilirdi ama tanrılarla ilgili geçmişimi göz önünde bulundurursak gülmek hiç iyi bir seçenek değildi. Heykelin önünden geçip odadaki iki yatağa baktım. Yatakların birinin yanındaki komidinde Jason ve arkadaşlarının fotoğrafı vardı. Fotoğraftaki Annabeth'i görünce gülümsedim. Ama onda ve Percy'de tuhaf bir şey vardı. Yüzleri gülümsüyordu ancak gözleri biraz üzgün bakıyor gibiydi. Birini kaybetmiş gibi değil, sanki ruhlarını kaybetmişler gibiydi.

Fotoğrafı yerine koyup Thalia'nın başucundaki fotoğrafa baktım. Ben, Thalia ve Annabeth'in fotoğrafı. Thalia'nın bunu hala sakladığını bilmiyordum. Bendeki kopyası yıllar içinde yok olmuştu. Fotoğrafı elime alıp gülümsedim. O sırada Thalia banyodan çıktı ve göz göze geldik.

Siyah pantolonunun üstüne melez kampı tişörtü giymişti. Tişörtün üzerine de siyah bir kapüşonlu giymişti. Kapüşonlu tıpkı Travis'in bana verdiğine benziyordu. Kheiron onları indirimden mi almış? Thalia'nın siyah saçları ise omuzlarına gelecek şekilde uzamıştı. Dünkü yemekte de saçlarının aynı olduğunu anımsadım. Ama Thalia uzun saçı sevmezdi, neden kesmiyor ki? Beni görünce elindeki havluyla saçlarını kurulamayı bırakıp öylece bir ağaç gibi kaldı. Benzettiğim örnek yüzünden kendime küfrettim. Neyse ki dışımdan konuşmamıştım yoksa Thalia beni kızartırdı.

Sonunda kendine geldiğinde yanıma gelip elimdeki çerçeveyi alıp ters kapattı ve üzerine havluyu attı. "Bunu Jason koymuş, benim ilgim yok."

"Ben bir şey demedim ki,"diyerek omuz silktim. "Yani bendeki kopyası kaybolmamış olsa bende başucuma koyardım."

"Ah, tatlı sevgilin çamaşırları yıkarken yanlışlıkla kaybetmiştir kesin."

"Kim?"diyerek yüzümü buruşturdum. Sonra onun Kelli'den bahsettiğini anladım.

"Aa hayır, biz hiç çıkmadık. Yani bir süre takıldık sadece."dediğimde daha da battığımı anladım.

Aferin, bu gidişle Prenses Andromeda'dan daha hızlı batıyorsun.

Kapa çeneni, iç sesimi susturup yüzünü buruşturan Thalia'ya baktım. "Önemli bir şey yoktu aramızda,"

"Beni ilgilendirmez zaten. Ama benim tavsiyem bir daha biriyle yatacaksan ayrıldıktan sonra seni yemeyecek biri olsun." diyerek saçlarını taramaya başladı. Thalia saçlarını tarar mıymış?

"Saçlarını taramayı biliyor muydun?"diyerek ikinci kez battım. Thalia öfkeyle başını kaldırıp koyu mavi gözlerini üzerime dikti. "Ne dedin sen?"

"Yo-yok bir şey. Yani... Bu tür şeylerin şeylere göre olduğunu söylerdin. Şeylere... Bilirsin işte." Film yıldızları diyemezdim. Bunu dersem bir şimşek yerdim. Thalia annesinden hiç bahsetmese de Thalia'nın soyadını birazcık araştırmayla-babama çekmem benim suçum değil- annesinin kim olduğunu bulmuştum. Yinede o konuyu asla açmamıştım. Thalia'nın sürekli saçlarını modelsizce kesmesinin, yırtık ve eski şeyler giymesinin annesine benzememek için olduğunu biliyordum. Bir de o geceki az daha kaza yapacağımızdaki tepkisinden annesinin nasıl öldüğünü de öğrenmiştim.

Annem. O aklıma geldiğinde içimi bir suçluluk kapladı. Hermes ona öldüğümü söylemiş miydi yoksa hala beni mi bekliyordu? Her ikisinde de onu görmeye gitmeliydim. Belki görev sırasında Connecticut'a uğrardık. Yinede şimdi onu görmek istemiyordum. Görevden sağ çıksam bile Zeus'un beni küle dönüştürüp dönüştürmeyeceğini bilemezdim. Eğer onu gördükten sonra ölürsem mahvolurdu.

"Anneme. Biliyorum." Thalia'nın sesi beni düşüncelerden çekip çıkardı. "Ama canım istedi, bilmiyorum. Kampa geldiğimden beri tuhaf hissediyorum. Saçlarımın ve üzerimin güzel gözükmesini, insanların benim hakkımda güzel düşünmesini istiyorum. Kendimi aptal nimfalar gibi hissediyorum."

"Şey... Bunun ne yanı kötü anlayamadım?"

"Bu ben değilim, Luke. Beni tanıyorsun, insanların ne düşündüğünü umursamam. Tek umursadığım arkadaşlarım. Buraya geldiğimden beri kendimi Avcı gibi bile hissetmiyorum."dediğinde derin nefes alıp yanına oturdum. Saçları kısa sayıldığı için taraması bitmişti bu yüzden elinden fırçayı alıp kenara koydum ve bir kolumu ona doladım. Başını göğsüme yasladığında bende başımı başına dayadım ve gözlerimi kapattım. "Thalia ilk defa bir şey için endişelenmen gerekmiyor, bu yüzden sonunda kendini düşünebiliyorsun. Bu sorun değil, sen hala tanıdığım en güçlü kişi olan Thalia Grace'sin."

Thalia ne yaptığının farkına yeni varmış gibi doğruldu ve benden uzaklaştı. "Sen ne hakkında konuşmaya gelmiştin?"

Kelli'nin söyledikleri hakkında dersen seni kızartma yapar.

İlk defa iç sesimle aynı karara vardık. "Hiç, sadece seni merak ettim."

Thalia bir söyleyecek gibiydi ama birden kapı açıldı ve içeri Jason girdi. "Hadi, gitmiyor muyuz?"

Thalia özür diler gibi bana döndü. "Jason ile ormanda yürüyüş yapacaktık. Sonra konuşsak senin için sorun olmaz, değil mi?" Gülümseyip başımı iki yana salladım. Thalia Jason'a saçını kurutup geleceğini söyleyip gönderdi sonra gitme sırasının bende olduğunu anlayıp ayağa kalktım. Tam kapıdan çıkacağım sırada Thalia kolumdan yakaladı ve kapıyı kapattı.

"Teşekkür ederim, her şey için."dedikten sonra gülümsedi ve yanağımdan öptü.


young god | luke castellanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin