ARKADAŞLAR LÜTFEN YORUMLARINIZI VE BEĞENİLERİNİZİ BENDEN ESİRGEMEYİN...
Rhys, çantasını toparlarken kafası dalgındı. Olan biten şeylere bir anlam veremiyordu bir türlü. Cameron'u yaralayanın kendisi olduğu gerçeğini bir türlü kabullenemiyordu. Neredeyse Camelot'u yok edeceğine inanamıyordu.
Hiçbir şey hatırlayamıyordu. En son o şeytanla savaşmak için heykelden düşen kılıcı eline aldığını hatırlıyordu. Ancak ondan sonrasını hatırlayamıyordu. Neler yaptığını bilmiyordu. Tek bildiği kafasında bir haritayla uyandığıydı. Nereye gitmesi gerektiğini biliyordu ancak gittiği yerde neyle karşılaşacağını bilemiyordu.
Kapı çalınmadan açıldı. Rhys başını kaldırıp baktığında Cameron'un kapıya yaslanmış dikildiğini gördü. Genç adam başını hemen çevirdi ve yaptığı işe döndü. Kardeşiyle karşılaşmaya hazır değildi doğrusu. Ona verdiği zararı düşündükçe utancından ölecek gibi hissediyordu.
Ona göre Cameron son savaşlarında Rhys'i durdurarak kendisini kanıtlamıştı. Eğer ona bir şey olursa tahta çıkacak sıradaki kişi Cameron olacaktı ve Rhys gözü arkada kalmadan tahtını ona bırakabilirdi. Kim bilir belki de Camelot için çok daha iyi bir kral olurdu.
Cameron, dikkatli bir şekilde ağabeyini izledi. Eşyalarını topluyor gibi görünüyordu ancak kafasının çok başka bir yerde olduğu belliydi. Rhys'i lanetleyen kılıç bir duvarın dibinde duruyordu. Sanki orada çürüyüp gitmesini ister gibi fırlatılıp atılmıştı.
Genç adam derin bir nefes aldı. "Helen bana sürekli senin iyi olup olmayacağını soruyor" dedi içeri doğru yürüyerek. Odayı sanki ilk defa görüyormuş gibi eşyaları inceliyordu. "Başına gelenin tam olarak farkında değil ve annemizle babamız onun üzülmesini istemediği için eğitim amacıyla bir yolculuğa çıkacağını söylediler"
Elbette. Kimse Helen'in üzülmesini istemezdi. Bir tür kehanet ve ona karşı duydukları sevginin karışımındandı ki kimse onun üzülmesini istemiyordu. Farklı renkli gözleri ve kızıl renkli saçlarıyla Helen, Camelot'un lanetlenmiş prensesi olarak anılıyordu ve eğer Helen üzülürse Camelot ağlardı. En azından baş büyücü onlara bunu söylemişti.
Rhys, başını iki yana salladı. Kendisinin de Cameron'un da Helen'in üzülmesini istememelerinin tek nedeni ona duydukları sevgiydi. İkisi de onun olağandışı ve korkutucu bir güzelliği olduğunu düşünüyordu ve bunu sadece takdir ediyorlardı. "Sen ona ne dedin?"
Cameron omuz silkti. "Ona kim ne derse desin ve Helen her ne kadar romantik hayalleri olan küçük bir çocuk olsa da o zeki biri" dedi. "Senin gidişinin bir bedeli olduğunu düşünüyor."
Haksız sayılmazdı. Muhtemel anlamda yalnızca iki seçeneği vardı. Ölmek ve cesedi anavatanına varamadan çürümesi şuanda en büyük ihtimalle başına gelecek şeydi. Diğeriyse bu lanetten kurtulup geri dönmesiydi. Rhys, en sonunda pes edip başını kaldırdı ve kardeşine baktı. "Sen ona ne dedin?" diye sordu tekrar.
Cameron yaramaz bir şekilde ona bakıp gülümsedi. "Tabi ki en büyük ağabeyimizin her zaman bir çıkar yol bulacağını ve biricik Maggie'sine geri döneceğini söyledim" dedi.
Maggie aklına gelince Rhys kendini inlememek için zor tuttu. "Belki de gitmeli ve bir yerlerde ölmeye çalışmalıyım" dedi. "Bu o kadınla evlenmekten çok daha mutlu bir kader olur" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAMELOT SERİSİ 1. KİTAP- CAMELOT PRENSİ
FantasyGenç adamın düşünmeye vakti olmadı. Kafasında tartmaya da vakti yoktu hızla öne atıldı ve yerdeki kılıcı aldı. Rhys, hızla savunma pozisyonu alarak şeytana döndü ve... Ve her şey birden karardı.