Bölüm 20

3.4K 380 11
                                    



İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... LÜTFEN YORUMLARINIZI ESİRGEMEYİN...


Camelot'un görkemli yapıları görünmeye başladığında Rhys mutlu olacağını düşünmüştü. Ancak doğrusu geçen her dakika daha da gerildiğini hissediyordu. Söylemek istediği her şeyi Galatriel'e söylemişti zaten. Geçen zaman içinde onunla paylaştıkları şeyler istemsiz olsa da çok fazlaydı. Bedeni ve anıları... Bu ikisi içinde fazlaydı doğrusu.

Rhys sadece ona güvenmek istiyordu. Lysandra'nın en yakın arkadaşı olması ya da atalarının zamanında ülkesini kurmalarına yardım ettiği için değil. Bu geçen zaman içinde onunla beraber geçirdiği anlar Rhys için oldukça değerliydi. Açıkçası ona değer veriyordu. Bu onun için farklı bir şeydi. Hayatında değerli olan iki kadın sadece annesi ve Helen'di. Ancak Galatriel'e karşı hissettikleri onlarınkinden çok daha farklıydı.

Aşmaları gereken tek bir tepe kalmıştı. Bütün bu yol boyunca ne Galatriel ne de Rhys tek kelime konuşmamışlardı. Aralarındaki sessizlik konuşacak bir şeyleri olmamaktan ziyade konuşmak istememelerinden kaynaklanıyordu. Yine aralarında en hareketli ve neşeli kişi Marin'di.

Galatriel, anıların etrafını sardığını hissedebiliyordu. Bir daha buraya gelebileceğini hiç sanmıyordu. Derin bir nefes alıp sırtını dikleştirdi. Ülkeye girmek için önce onu dışarıda tutan bariyerden geçmesi gerekiyordu. Lysandra onun bir daha bu krallığa gelmemesi için gereken tüm önlemleri almış olmalıydı.

Zaman geçtikçe büyülerin zayıflamış olması gerekiyordu. Lysandra'nın ölümünde kaybolması gerekirdi ancak Galatriel onu çok iyi tanıyordu. Muhtemelen kanı yaşadığı sürece Galatriel'in buraya girememesini sağlamaya çalışmıştır. Genç kadın hafifçe güldü. Şimdi bu kan onun damarlarında da geziyordu. Rhys'in kanını en küçük damlasına kadar kendisine enjekte etmişti.

Rhys bunu asla anlayamayabilirdi. Ancak bu onun ve geçmişi arasındaki bir savaştı. Rhys ve Aoda bu savaşta arada kalıyorlardı. Lysandra onun bu sefer ne yapacağına karışamayacaktı ve bu sefer kimse birinin bencilliği yüzünden ölmeyecekti.

Galatriel, en başında verdiği kararı değiştirmemişti. Daha ilk gün ki kararından dönmeyecekti. Başını arkaya atıp, Ryhs'in omzuna yasladı ve gözlerini kapadı. Bariyere doğru geldiklerini hissedebiliyordu. Rhys onun karnına sıkıca sarılıp kendine bastırdı.

Bariyer, genç kadının gücüne çarptı. Ufak bir rüzgâr genç kadının etrafında gezindi ve içindeki kanı tanımaya çalıştı. Bariyer, kadının geçmesine izin verdi.

Yüzyıllar sonra onu tutacak hiçbir engel olmadan Camelot'a girebilmenin keyfine o kadar kapılmıştı ki Galatriel, Rhys'in atı durduğunu fark etmedi. Erkek kaşlarını çatarak ona bakıyordu. Genç kadın elinde olmadan gülümsedi. Rhys başını iki yana sallayarak ilerlemeye devam etti.

Askerler, veliaht prenslerinin gelişini gördüğünde Camelot'un çevreleyen hendeğe köprü olan kapıyı indirdiler. Rhys, şehre girdiğinde bir bayram havası sardı halkı. İnsanlar onun geçtiği yolun iki yanına sıralanmış alkışlıyorlar, bağırıyorlar, çocuklar siyah atın önünde koşturuyorlardı.

Rhys'in sevilen bir prens olduğunu belliydi. Galatriel, insanlara ve köye baktı. Camelot'un insanları refah içinde görünüyordu. Krallarını ve asillerini seviyor gibi görünüyorlardı. Kanatlı bir aslanın şaha kalkmış kükrer haldeki heykeli hemen köyün alanında duruyordu.

CAMELOT SERİSİ 1. KİTAP- CAMELOT PRENSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin