LÜTFEN BEĞENİLERİNİZİ VE YORUMLARINIZI ESİRGEMEYİN...
Açık deniz zorluydu. Ancak Rhys'in kafasındaki harita daha da zorluydu. Geminin kaptanı Marcus, hayatının tamamını derin sularda geçirmiş bir kaptandı. Hatta bir zamanlar bir korsandı. Anlatılanlara göre babası onun hayatını kurtarmıştı bir şekilde ve o zamandan beri Marcus, Camelot için hayatından vazgeçecek sadık bir askerdi.
Ve belli ki tayfasının geri kalanı gibi Rhys'den korkmuyordu ki bu Rhys'a iyi geliyordu. İnsanların yanında geçtiği her seferinde korkuyla titremeleri, ondan kaçınmaları ve tanrılara dua etmeye başlamaları gerçekten can sıkıcı bir durumdu.
Rhys, kaptan kamarasında ufak yuvarlak pencerenin pervazına oturmuş bekliyordu. Kafasındaki haritayı Marcus'a iki defa anlatmıştı ve kaptan onun her anlatışında daha da karanlık bir ifadeye bürünüyordu. "Bu bahsettiğiniz yerin gerçekten aradığımız yer olduğunu düşünürsek gideceğimiz yol tuzaklarla kurulu" dedi. "En basitinden Şeytan Geçidi'nden geçmemiz gerekecek ki orası en habis deniz yaratıklarının olduğu yerdir"
Prens bir süre sessizce durdu. Gözlerini denizin durgun sularından çekemiyordu bir türlü. Gidecekleri yere bir an önce varmak istiyordu sadece. "Bu geçit" dedi adını anmak istemiyordu. "Bu geçitten geçebileceğini düşünüyor musun?" diye sordu sakince.
Marcus bir süre durdu. Sakince hemen önünde duran masanın üzerindeki haritaya bakıyordu. "Bir kere geçmiştim" dedi. "Henüz daha bir miçoyken kaptanımız bizi oraya götürmüştü. Doğrusunu isterseniz genç efendi ölümün kıyısından döndüm. Bütün gemim yıkıldı ve geriye yaşayan tek ben kaldım. Tabi eğer buna yaşamak derseniz"
Sözlerinin en ufak iyi bir yanı yoktu. Rhys kendini karamsarlığa kapılmamak için zorluyordu. Ancak şartlar gerçekten hiç iyi görünmüyordu. Gözlerini pencereden ayırmadı. "Yine de hayatta kalmayı başarmış görünüyorsunuz" dedi. Bu belki de çok kibirli bir yorumdu ancak Rhys bunu önemsemedi. "Gideceğimiz yerin bir çöl olduğunu biliyorum sadece ve o çöle ulaşmanın başka bir yolunu biliyorsanız sizi takip ederim, Kaptan Marcus" dedi. "Ancak başka bir yolu yoksa o zaman benim dâhil herkesin hayatı sizin becerikli ellerinize emanet demektir."
Adam sessizce bir süre durduktan sonra ayağa kalktı ve odadan çıktı. Belki de onu böylesi zor bir imtihanla yargılamak acımasızlıktı ancak Rhys'in başka bir çaresi yoktu. Bu uğurda ölme fikrinden vazgeçmişti. Geriye sadece yaşama şansı kalıyordu. Camelot için. Kardeşleri için.
Genç adam başını pencerenin pervazına dayadı ve gözlerini kapadı. Baş Büyücü, aradığı kişinin bir kadın olduğunu söylemişti. Çok güçlü bir cadı olduğunu ve İblis Aoda'nın lanetini yalnızca onun bozabileceğinden bahsetmişti. Ancak kimse bu kadının kim olduğunu, adını ya da nerede bulunabileceğini bilmiyordu. Onu sadece bulmasına izin verdiği kişiler bulabilirmiş ve Rhys kafasındaki haritadan bahsettiğinde Baş Büyücü, onun bulunmak istediğini söylemişti.
Her şeyin bir rüya olmasını isterdi. Ancak o düşüncenin gerçekleşmesi imkânsızdı. O artık lanetlenmişti. Krallığını korumak için lanetinden kurtulmak zorundaydı. Boynundaki kanatlı aslan madalyonunu tuttu. "Geri dönmeliyim" diye fısıldadı. "Ne olursa olsun geri dönmeliyim"
Üç gün sakin geçen yolculuğun ardından tayfa onun varlığına alışmıştı. En azından artık kimse onun geldiğini görünce dua etmeye başlamıyorlardı. Yine de onlarla konuşmaya kalktığı zaman kekeleme ve titremeler devam ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAMELOT SERİSİ 1. KİTAP- CAMELOT PRENSİ
FantasyGenç adamın düşünmeye vakti olmadı. Kafasında tartmaya da vakti yoktu hızla öne atıldı ve yerdeki kılıcı aldı. Rhys, hızla savunma pozisyonu alarak şeytana döndü ve... Ve her şey birden karardı.