Rhys, gözlerini sıcak ama yakmayan güneş ışıklarına açtı. Nerede olduğunu bilmiyordu. En son denizin dibine doğru batmakta olduğunu hatırlıyordu. Büyük bir gemi ve tüm mürettebatla beraber…
Genç adam elini saçlarının içinden geçirdi ve doğrulmaya çalıştı. Bedeni son derece bitkindi. Nerede olduğunu anlamaya çalışarak etrafına baktı. Palmiye ağaçlarıyla çevrelenmiş, ufak bir gölün hemen yanında bulunan çok rahat bir yatakta yatıyordu. Rhys, doğruldu. Son derece rahat yastıklarla çevrelenmiş, cibinlikli bir yatakta yatıyordu. Yeşil ve mavi renkler iç içeydi. Kuş seslerini duyabiliyordu.
Bir serap gibiydi. Çünkü palmiyelerin çevrelediği yerin hemen arkası uçsuz bucaksız bir çöl gibiydi. Hafif bir esinti vardı ancak ilerideki kumlar yerinden oynamıyorlardı. Genç adam ayağa kalktı. Ancak kaburgalarındaki sancıyla nefesi kesildi.
Göğsünden karnına kadar sargı içindeydi bedeni. Sol bacağı da sargıya alınmıştı. Tuzlu su kokusu her yanına sinmişti. Çıplaktı. Üzerinde sadece Helen’in ona verdiği madalyonu vardı. Genç adam etrafına baktı. Yatağın hemen başında siyah bir pelerin konmuştu. Genç adam, pelerine dokundu. İpek gibi yumuşacıktı. Başka bir şansı olmadığını düşünerek pelerini üzerine geçirdi.
Kılıcının nerede olduğunu bilmiyordu. Kendisinin nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Buraya nasıl geldiğini bile bilmiyordu. Muhtemelen kılıcı çektikten sonra yine şeytana dönüşmüştü. Merak ediyordu acaba hayatta kalan olmuş muydu? Yoksa canavar hepsini yemiş miydi? Belki de Rhys, hayatta kalanları öldürmüştü.
Zavallı genç Colin…Rhys, derin bir nefes aldı ama bu da kaburgalarına acı saplanmasına neden olduğu için aldığı nefesi dikkatle verdi. Yavaşça vahanın içinde gezinmeye başladı. Birileri burada yaşıyorsa gerçekten keyfine çok düşkün biri olmalıydı. Bu ufak vaha tam da her lükse sahip bir yerdi.
Yavaşça vahayı çevreleyen palmiye ağaçlarına doğru yürüdü ve elini ağacın gövdesine koydu. Gerçek bir ağaçtı. Erkek öne doğru bir adım attı ve durdu. Sanki onun vahadan çıkmasını engelleyen görünmez bir kalkan vardı ki olduğu yerde kalakaldı.
“Eğer gidersen bir daha geri dönemeyebilirsin”
Rhys, hızla arkasını döndü. Simsiyah pelerinin içinde çıplak ayaklı bir kadın karşısında duruyordu. Kahverengi saçları lüleler halinde sırtından aşağı iniyordu. Bal rengi gözlerini ona dikmişti. Çok güzeldi. Gösterişsiz ve güzeldi. Genç adam, bakışlarını yere kaydırdı. Ufak beyaz ve siyah renkli sevimli bir maymun hemen ayaklarının dibinde bir muzla oynuyordu.
“Neredeyim ben?”
Kadın omuz silkti. “Nerede olmak istiyordun?”
Rhys, bir süre durdu. Evet, bir yere gitmesi gerekiyordu. Gözlerini sıkıca kapadı. Artık aklındaki haritayı artık bulamıyordu. Daha önce oraya işlenmiş gibiydi ancak şimdi yok olmuştu. “Bir kadını arıyordum” dedi dudaklarını yalayarak. Yeni fark ediyordu ama çok susamıştı. “Kılıcımı gördün mü?” diye sordu aniden.
Kadın, dudaklarını büzmüş ona bakıyordu. Alt dudağı üst dudağından daha dolgundu ve kırmızı rengi doğaldı. Kadın başını yana eğdi. “Marin” dedi. “Misafirimize kılıcını getir”
Marin adındaki maymun hızla arkasını dönüp uzaklaştı. Rhys, hala neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kafası çok karışıktı. Kadın derin bir nefes aldı ve göledi çevreleyen kayalardan birinin üzerine oturdu. Ayaklarını gölge uzattı ve suya soktu. Pelerini bu hareketiyle dizlerinin üzerine kadar açılmıştı ancak görünen o ki pelerinin altında tamamen çıplaktı. “Burası benim vaham” dedi kadın sakince. “Dünyanın öteki ucunda çok az kişinin bulabileceği bir ada burası. Çöl olması da çabası”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAMELOT SERİSİ 1. KİTAP- CAMELOT PRENSİ
FantasyGenç adamın düşünmeye vakti olmadı. Kafasında tartmaya da vakti yoktu hızla öne atıldı ve yerdeki kılıcı aldı. Rhys, hızla savunma pozisyonu alarak şeytana döndü ve... Ve her şey birden karardı.