Evden çıkmadan önce mutfaktaki küçük camı azıcık hava girsin diye açık bırakmak istedi Barbaros. Camı açmak için pencereye yaklaştığında dışarıda, karşı dairede oturan yaşlı adamı gördü. Adam çevresine bakınıp söyleniyordu. Bir süre sonra yukarı baktı. Barbaros'u görünce birşey bulmuş gibi sevinerek, "Sen!"dedi,"Senden birşey istesem,yapar mısın? "
Barbaros komşusunun yanına gitti ve ne istediğini sordu. Komşusu oldukça yaşlı ve sayısız başarılara imza atmış eski bir ABD askeriydi. Barbaros'a bu konunun ayak üstü konuşulmayacağını söyledi ve evine davet etti. Barbaros içeri girdiğinde biraz ürktü. Sessiz, soğuk ve korkutucuydu. Adam ne kadar ince ve kibar olmaya çalışsa da o kalın sesini bir türlü gizleyemedi. Bu ev ona son çıktığı görevi hatırlatmıştı. Aslında eski işini yapmayı çok istiyordu ancak çıktığı son görevde dedesini gözleri önünde kaybetmiş ve o günden sonra görevi bırakmıştı. Aylarca psikolojik destek almış sonrasında yeni bir hayata başlamıştı.
Adam ne kadar ince ve kibar olmaya çalışsa da yılların verdiği o kalın sesini bir türlü gizleyemedi. Lafı hiç uzatmadan teklifini yaptı. O sırada Barbaros arka bahçeye bakan pencereden dışarıyı izliyordu. Adam hiç beklemediği bir anda "Seni tekrar aramızda görmek istiyoruz" dedi. Barbaros aniden adama doğru döndü, gözleri faltaşı gibi açılmış, yüzü bembeyaz olmuştu. Bir kere yutkundu. Aklında yüzlerce soru vardı, nasıl bulmuşlardı onu? Nasıl ulaşmışlardı ona? Düşündükçe daha çok heyecanlanıyordu. O heyecanla elindeki bardağı yere düşürdü. Adeta sır gibi saklıyordu Barbaros geçmişini. Kısa süreli şoktan sonra sakinleşmişti Barbaros. Adam Barbaros'un cevap vermesini beklemeden devam etti."Dedeni tanırdım, kendisi yakın dostumdu. Defalarca hayatımı kurtarmıştı. O, en az benim kadar büyük bir kahramandır. O lanet kurşun kalbine saplandı ve onu kaybettik. Bunun için üzgünüm" dedi. Evet Barbaros oydu. Kaptan Price'nin torunu John Price. O herkesin konuştuğu Price'ydi. O keskin, sert bakışlar, kalın ve korkutucu ses tonu, sinirli ve soğuk kanlı yapısı, kalıplı vücudu ve herzaman başında olan şapkası... Bu ondan başkası olamazdı.
Yere düşürdüğü bardaktan saçılan cam parçalarını aldırış etmeden balkona doğru yürüdü. Kabul edip etmemek arasında kararsız kalmıştı. Bu iş için biçilmiş kaftandı. Fiziği, gücü, hızı bunun için verilmişti sanki ona. Zaten çocukluk hayaliydi bu. Babası ve dedesi de bu işi yapıyorlardı. İkisi de ülkesi için birçok şey yapmış ve sonrasında ölmüş, isimlerini tarihe altın harflerle yazdırmışlardı. Price de onlar gibi yapıp hayalini gerçekleştirebilirdi.
Price dedesine çok bağlıydı. Bütün hayatını dedesiyle geçirmişti. Dedesi öldükten sonra bunalıma girmişti. Dedesi gibi hırslı, aklına koyduğu şeyi yapan bir insandı. Artık rahatlamak istiyordu. Dedesinin intikamını almak, acısını bir nebze de olsa hafifletmek istiyordu. Böyle fırsatlar bir kere çıkardı insanın karşısına. Bunu en iyi şekilde değerlendirecekti. Bunları düşünürken her zaman yanında taşıdığı purosunu yakıp birkaç kere olabildiğince içine çekti. Adam hemen arkasından balkona, Price'nin yanına gitti. Price'yi ikna etmesi için biraz konuşması gerektiğini biliyordu. Nereden başlayacağını düşünürken Price "Adın David, değil mi? David Welsh, dedem sizden çok bahsederdi." dedi. Adam "Evet David" dedi. Bir iç çekti ve derin bir sessizlik çöktü. "Neden bıraktın?" dedi David sessizliği bozarak. "Gittiğim 5. Görevdi. Henüz 20 yaşında olmama rağmen. 4 yılda 5 büyük göreve gittim. Son görev dışında hepsinde başarılı olmuştuk. Sanırım çalıştığın kurum için bu yeterli değil hı? Neyse... 20 Haziran 1992 son görevim oldu. Konumumuzu tespit etmişlerdi. Ancak bunu anladığımızda çok geçti. Acil kaçış alanına dönmemiz gerekiyordu. -Acil kaçış alanı, olası bir tehlikede bizi almaları için seçtiğimiz güvenli bölgeye deniyor- tabi arkanızda sizi öldürmek için koşturan onlarca asker varken pek kolay olmuyor. Düşman ateşinden kurtulmamız gerekiyordu. Bir patlama sesi duyduk. Arkamıza baktığımızda motoru yanan bir Mil Mi-24 tipi helikopterin üzerimize doğru düştüğünü farkettik. Son gördüğüm şey dedemin üzerimde yatan cansız bedeniydi. Kendini bana siper etmişti. Gerisini hatırlayamıyorum." dedi Price içini dökercesine. "Devamını ben getireyim" dedi David ve devam etti. "Sen ve hayatta kalan diğer 3 arkadaşın esir düştünüz. Karargahta çıkan ayaklanmadan faydalanarak kaçtınız ve hepiniz farklı ülkelerde yeni bir hayata başladınız."
"Dersine iyi çalışmışsın" dedi Price prosunu çekerek.
"Eğer istersen ekip arkadaşlarını kendin seçmen için izin alabilirim."
"Daha kime karşı savaştığımı bile bilmiyorum.""İmran Zakhaev."
Milliyetçi bir Rus lider... Çernobil faciasından sonra boşaltılan Pripyat'a yıllarca kimse adımını bile atamamıştı. İmran Zakhaev dışında. İmran Zakhaev'in adını duyduğunda Price'nin gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu. Elindeki purosunu söndürmeden balkondan aşağı attı. David'in evinden hızlıca çıktı. David peşinden gitse de yetişemedi. Price'nin gözünü intikam hırsı bürümüştü. Bu da David'in teklifini kabul etmeye bir adım daha yaklaştığını gösteriyordu. David yıllardır bu işlerin içinde olmasına rağmen onu elinden kaçırdığını mı, yoksa ikna mı ettiğini anlayamamıştı. Biraz beklemeyi düşündü. Ama beklerse onu tamamen kaybedebileceğinide biliyordu. Price'yle güzel konuşmuş, onun için bazı kuralları esnetebileceğini söylemişti. Elinden gelenin en iyisi buydu. Artık Price'yi elinden kaçırdığına emindi. Evine gitmek için hazırlandı. Kapıyı açtığında Price sırtında çantası, elinde bavuluyla tam karşısında duruyordu. Bu David'in teklifini kabul ettiği anlamına geliyordu. David birkaç saniyelik şokun ardından gülümseyerek "Hoş geldin teğmen!" dedi.
Price uzun boylu, mavi gözlü, ve sarışındı. Ayrıca kendine has bir sakal tarzı vardı.
David üzerine düşeni yapmış, görevi sona ermişti. Price'yi ikna etmişti şimdi tek yapması gereken onu bekleyen helikoptere ulaştırmaktı.
Price, David'e cevap veremeden kapıda siyah bir Hummer belirdi. Camları filmli olduğu için dışarıdan arabanın iç kısmı görünmüyordu. Arabanın sağ tarafındaki ön cam yavaş yavaş açılmaya başladı. Kel, iri yarı, siyah güneş gözlüklü ve takım elbiseli bir adam göründü. Adam, David'e başını salladı. David'de aynı şekilde karşılık verdi. Ve Price'ye dönerek "Hadi evlat gitme vakti, işini bitirmeden dönme!" dedi. Price "Bundan emin olabilirsin." diyerek karşılık verdi. Arabaya doğru yavaş adımlarla ilerledi. Açılan arka kapıdan bindi ve gözden kayboldular.
Helikopter pisti şehrin tamamının göründüğü yüksek bir dağın tepesindeydi. Helikopterin gelmesini bekliyorlardı. Price, belki de hayatının en huzurlu günlerini geçirdiği bu şehre bir daha dönemeyecekti. Dağın tepesinden uzun uzun şehri izledi. Daha yeni yeni kendine gelebilmişti. Tekrar göreve gelmesi beraberinde birçok sorunuda getirebilirdi. Kendisine ne olacağı pek umrunda değilmiş gibi davranıyordu. Tek isteği intikamdı. Helikopterin sesini duydu. Bir süre sonra helikoptere binmesi için çağrılmıştı. Çok sevdiği bu şehre son bir kez daha baktı. Ve helikoptere binmeye gitti.
Helikopter sadece Price'yi almaya gitmemiş birde Price'nin gideceği ilk görevdeki meslektaşı MacMilan'ı da getirmişti. Ona kısaca "Mac" diyorlardı. Mac, 1945 doğumlu İskoç asıllı bir ABD askeriydi. Henüz 20 yaşında, 1965'te Vietnam savaşına katılmış, 8 yıl süren savaş boyunca aktif bir rol oynamıştı. Savaş bittikten sonra üstün başarılarından dolayı bizzat ABD Başkanı Richard Nixon tarafından tebrik edilmişti.
Mac Price'ye yaklaşarak "Aramıza tekrar hoş geldin" dedi. Price bunu duymamıştı sanki. Hâlâ dalgın ve kararsızdı. Bu şehir ona çok şey öğretmişti. İlk defa burada normal insanlar gibi hayatını sürdürmüştü. Kalmak istese de gitmesini gerektiren büyük sebepleri vardı. İntikam hırsı ağır basmıştı ve Zakhaev'i öldürmeye yemin etmişti.
Korkuyordu belli etmesede çok korkuyordu ama işin ucunda dedesinin intikamını almak, Zakhaevi öldürmek vardı. Bunun için herşeyi yapardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Price (Düzenleniyor)
ActionAvcıydık. Avımız ise tecrübeli bir liderdi. Yok ettiği ve edebileceği o kadar çok insan, o kadar çok acı hikaye vardı ki bunları düşündükçe onu öldürmek için daha çok iştahlanıyor ve sabırsızlanıyorduk.