CIA, ustalıkla yürütülen bir çalışma sonucunda Al-Asad'ın yerini tespit etmişti. Azerbaycan'da bir kasabada saklanıyordu. Kısa sürede içinde Price ve Mac'ın da bulunduğu 5 kişilik bir ekip kuruldu.
Jackson, Griggs ve Henderson. Üçüde birbirinden iyi askerlerdi. Beraber çok fazla göreve çıkmışlardı. O kadar iyi anlaşıyordu ki üçü. Onlara çılgın üçlü deniyordu. Şimdi onlara en az onlar kadar iyi iki asker daha katılmıştı.
Jackson daha 25 yaşındayken muharrebelerde, iç güvenlik ve terörle mücadelede gösterdiği başarılardan dolayı ödül almıştı. Bunu yapan sadece o değildi. Griggs'te bunu başarmıştı.
Bu beş kişilik time "Bravo" adı verildi. Uzun yıllar hizmet edebilecek bir takım olacaktı. Takımın en büyüğü Mac'tı. 50 yaşındaydı, sonra Jackson geliyordu, 33 yaşındaydı oda. Geri kalanlar çok gençti daha. Griggs 26, Henderson 25 ve Price 23 yaşındaydı. Mac, aralarında en tecrübeli olan askerdi. Bu nedenle takıma kaptanlık yapacaktı. Tıpkı Kızıldeniz harekatı'nda olduğu gibi.
Operasyon için saatleri sayıyorlardı artık. Bu operasyon çok önemliydi. Hem Price için hem de ABD hükümeti için. Çünkü Zakhaev'e ulaşmak için tek yol Al-Asad'ı konuşturmaktı.
ABD hükümeti belkide tarihinin en sıkıntılı ve hareketli dönemini yaşıyordu. Bildiriler, çağrılar, ilkeler, kararlar...
ABD Başkanı Bill Clinton ne kadar barışçıl bir politika izlemeye çalışmış olsada bunu başaramamıştı. Göreve 2 yıl önce gelmişti ve ağır bir yenilgiyle başlamıştı göreve. ABD halkının tepkileri, askerlerinin kötüye giden psikolojisi, yaşadıkları savaş sendromundan kurtulamamaları, fiziksel ve mental yorgunlukları... Savaşlara son vermek için bunlar yeterli sebeplerdi. Ancak Clinton Suudi Arabistan'daki katliama göz yumacak biri değildi.
***
"Merhaba çocuklar!" Konuşan John Mark Deutch'tı. CIA Başkanı. "Hazır mısınız?" diye ekledi. Mac takımı adına cevap verdi. "Evet efendim!"
"Birazdan Bay Clinton burada olacak. Sizinle bizzat kendisinin konuşmak istediğini söyledi." lafı biter bitmez kapıda duran nöbetçi kapıyı iki kere hızlıca çalmış ve hemen içeri girmişti. "Bay Clinton geldi efendim."
"Tamam hazırız." dedi Deutch Bravo ekibindeki herkesin gözlerine tek tek bakarak.Başkan toplantı salonuna girdi ve büyük, uzun, dikdörtgen şeklindeki masanın başındaki sandalyenin arkasında ellerini sandalyenin sırtına dayayarak durdu. Bir eliyle salondakilere sandalyelere oturmalarını işaret etti. Aslında çok gergindi. Yüzündeki tedirgin ifadeyi atmaya çalışarak gülümsedi. Titreyen sesini kontrol etmeye çalışarak başladı sözlerine. "Merhaba asker." cevap beklemeden ekledi. "Bugün sizlerle ABD Başkanı Clinton olarak değil, ABD halkı olarak konuşacağım. Biliyorum hepiniz çok zor günler geçirdiniz. Bu ülkenin tarihi savaşlarla dolu ve her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Son zamanlarda çok yıprandınız. Mac, Vietnam'da 8 yıl savaşmadın mı? Gençliğini orada bizim için, ABD halkı için harcamadın mı? Savaşın her yönünü görmedin mi?" Mac başını yere eğmiş Başkanı dinliyordu. "Price?" dedi başkan. "Çöl fırtınası'nda, 1992'de aynı şeyleri yapmadın mı? Evet! Kendini en yakın hissettiğin insan kollarının arasında, gözünün önünde öldü! Esir düştün, ağır sorunlar yaşadın. Ama geldin ve görevinin başına geçtin. Yılmadın!" sonra diğer üçlüye döndü. "Ya sizler? Daha hayatınızın baharında dünyanın dört bir yanında göreve gitmediniz mi? Evet gittiniz. Peki bütün bunları benim için mi yaptınız? Hayır. Bunları ne için yaşadınız? Para için mi? Hayır! Zevk için mi? Hayır! Şan, şöhret için mi? Hayır! Siz bunları vatanınız için yaşadınız. ABD halkı için yaşadınız. Bizler güvende olalım, rahat uyuyalım diye yaşadınız! Size bütün bunlar için minnettarım!
Bugün bu operasyon başarısızlıkla sonuçlanırsa Suudi Arabistan'da öldürülen 30.000 insan gibi, orada öldürülen 3000 ABD askeri gibi yüzbinler ölecek! Bunu durdurmak sadece ve sadece sizin elinizde. Biz ABD olarak sonuna kadar size güveniyoruz. Bol şans Bravo!" Biraz duraksadı, Deutch'a başıyla selam verdi ve salondan çıktı.
Kimse konuşmuyordu. Price cama doğru yaklaşıp bir puro yaktı. Bir fırt çekti, arkadaşlarına döndü. Kaşlarını çatmış, yüzünde o bilindik sert ifadesi vardı. "Bitirelim şu işi." dedi. Konuşurken ağzından puronun dumanları hızlı hızlı çıkıyor, bir kısmı camdan dışarı çıkıyor bir kısmı da odaya yavaş bir şekilde dağılıyordu.
Mac ayağa kalktı ve Deutch'a dönerek "Bay Deutch operasyon ne zaman?" dedi. Deutch "Yarın." dedi. Mac arkadaşlarına döndü. "O halde ne duruyoruz?" dedi.
***
Herkes hazırdı. Binanın önünde siyah, limuzin tipi bir Hummer göründü. Bravo timi arabaya bindi. Price ön koltuklardan birinde Deutch'ın oturduğunu gördü. Deutch arkaya bakarak "Hoş geldiniz." dedi. Deutch bu operasyonla bizzat kendisi ilgileniyordu.
Havaalanına gelmişlerdi. İçeri girdiler. En önde Deutch vardı. X-ray cihazına yaklaştıklarında Deutch takım elbisesinin ceketinden çıkardığı rozeti güvenliğe doğru gösterdi ve hızlı adımlarla ilerledi. Bravo timi de arkasından yürüdü.
Uçak pisti görünüyordu ancak hepsi yolcu uçağıydı. Mac "Lanet olsun 10.000 kilometreyi bir yolcu uçağında mı gideceğiz?" dedi. Deutch Mac'a döndü birkaç saniye alaycı bir tavırla yüzüne baktı ve tekrar önüne döndü. Bunu yaparken piste inmiş hangarlardan bir tanesinin önünde durmuşlardı. Hangara girdiklerinde Mac "Aman tanrım!" dedi. Deutch "Bununla gidiyoruz." dedi. O bir özel jetti. Henderson "Beechjet 400A. Bu uçak yedi yolcu kapasiteli, 867km/s hız yapabilen özel bir jet." dedi. Bunu söylerken herkes anlamsızca ona bakıyordu. Price "Kapayın çenenizi de binin şu uçağa!" dedi önden giderek. Sinirli ve sabırsızdı...
"Son 1 saatimiz kaldı! Birazdan Lenkeran'da olacağız. Planın üstünden son kez geçelim." konuşan Deutch'tu. "Mac, takımın başında sen olacaksın. Price, sen Mac'a bir şey olursa takımı yöneteceksin. Uydudan izleniyor olacaksınız ve ona göre yönlendirileceksiniz. Herşey gayet açık ve net. Al-Asad'ı öldürüp geleceksiniz! Anlaşıldı mı?" herkes aynı anda "Evet efendim!" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Price (Düzenleniyor)
AkčníAvcıydık. Avımız ise tecrübeli bir liderdi. Yok ettiği ve edebileceği o kadar çok insan, o kadar çok acı hikaye vardı ki bunları düşündükçe onu öldürmek için daha çok iştahlanıyor ve sabırsızlanıyorduk.