Toprak'ın ağzından;
"Hayat gerçekten bu kadar yaşanası mıydı? Ya da aldığın her nefes bu kadar değerli miydi? Eskiden de bu kadar mavi miydi gökyüzü? En önemlisi de, senden önce baharı görmüş müydü bu adam?"Başlayan yeni güne belki de Dünyanın en mutlu insanı olarak uyanmıştı Toprak. Ezgi hayatında olduğu sürece de bu böyle olacaktı. Sanki dün geceden önceki hayatı hiç yaşanmamış gibiydi. Dün akşam aklına geldikçe gülümsüyordu. Sahi, Ezgi ona güvendiğini mi söylemişti? Hayatında ilk kez mi bir adama güveniyordu? Bunları düşünürken aklına diğer şeyler de gelmişti. Hemen telefonuna koştu ve belki de bu kadar mutlu olmasının sebebi olan kişiyi aradı. Telefon uzun süre çaldıktan sonra açıldı;
- Sana da günaydın Kum Adam. Hayırdır, rüyanda beni mi gördün?
Toprak gülümsedi;
-Günaydın Su Perisi, günaydın da sanırım orada hala karanlık? Sesin hiç uyanmış gibi gelmiyor.
-Telefonun sesine uyandığımdan olabilir mi acaba?
-Açmak zorunda değildin.
-Açmak zorundaydım beyefendi. Biliyorsun kaybetme korkusu var bende. Zaten kaybetmekten korktuğum ender şeyler var hayatta.
Bunun üzerine Toprak ciddileşti. Artık alaycı sesi değil de sahiplenici sesi vardı;
- Su, beni kaybetmeyeceksin, söz veriyorum.
-Biliyorum.
Sesi yeniden neşelendi;
-Ben seni dün için aramıştım. Ezgi kolyeyi çok beğendi, gözlerinin içi güldü. Biliyor musun Su, gülüşünde annemi gördüm ve korkarım ki bu beni ona daha da çok bağladı.
-Mutlu musun Kum Adam?
- Çok mutluyum, bunların hepsi senin sayende. Ezgi senden hakkımda bilgi almış, çok güzel şeyler söylemişsin. Senin sayende artık birbiri için atan iki heyecanlı kalp var, çok teşekkür ederim.
Su bir an duraksadı. Biraz sesi kısıldı;
- Mutlu ol beyefendi, çok mutlu ol.
Duraksadı ve ardından sesi titredi;
"Senin mutluluğun benim mutluluğum."
-İyiki varsın.
-Sen de öyle.
Telefon kapandı. Su ne mi hissediyordu? Ne hissettiğini bile bilmiyordu. Somut olan tek şey gözyaşlarıydı. Belki de babası öldüğünden beri ilk kez bir adam için ağlıyordu. Ağladıkça da anladığı tek şey vardı; bu adam onun her şeyiydi. Ama farkındaydı, bu hikayenin mutlu sonla bitmesi ancak o adamın mutlu olması ile mümkündü. Artık bunun için savaşacaktı. Biliyordu, çok zor olacaktı. Canı da çok yanacaktı. Ama tek gülüşüyle bile içine huzur dolduran bu adamın uçurtma uçurmayı öğrenen bir çocuk gibi mutlu olması artık her şeyden daha değerliydi. O mutluysa Su da mutluydu, böyle avutacaktı kendini. Düşüncelere dalmışken kapı açıldı. Gelen tabiki de Melis'ti;
-Günaydın Su Peri... Sen iyi misin?
Su gözyaşlarını sildi ve gülümsedi;
-İyiyim.
-Gözlerin hiç öyle demiyor hanımefendi?
- Hmm, film...film izliyordum bayağı duygusaldı.
- Sabah sabah? Bilgisayar kapalı? Telefon yastığın yanında? Çok kötü bir yalancı olduğunu daha önce söylemiş miydim?
- Ah pekala, kaçış yok. Annemi özledim sanırım. Her sabah neşeli sesiyle beni uyandırmasını... Belki de alarmlardan sıkıldım.
Melis Su'ya sarıldı. Annesini bebekken kaybetmişti. Bu yüzden ona dair sadece insanlardan duyduğu kadarını biliyordu;
- Ah be birtanem. Sen en azından rüyanda görebiliyorsun. Ben kalbimde hissetmekten ileri gidemiyorum.
Melis çok güçlüydü. Ya da öyle gözükmek istiyordu. Başarıyordu da.
Bu sözler üzerine Su konuşmaya başladı;
-Sen çok güçlüsün Melis. Annenin seninle gurur duyduğuna eminim.
Gözleri dolan Melis konuyu değiştirdi. Sesini neşelendirmeye çalışarak;
- Bu kadar duygusallık yeter, haydi kahvaltı yapalım!
Odadan çıktı. Melis yanılıyordu.Su gerçekten çok iyi bir yalancıydı. Gerçi annesini özlemesi yalan değildi ama olsun, olayı kapatmıştı. Olay kapanmıştı kapanmasına da, bu konuştukları canını daha çok yakmıştı. Sadece kendi canını değil arkadaşının canını da yakmıştı. Kendini suçlu hissetti. Kendini toparladı ve kahvaltı için odasından çıktı.
Kahvaltılarını bitirdiklerinde Melis malum konuyu açtı;
- Toprak'la konuştun mu şu aralar?
-Konuştum.
-Ne olmuş dün? Umarım Ezgi ona birlikte olamayacaklarını söylemiştir?
- Ona güvendiğini, hatta hayatında ilk kez bir adama güvendiğini söylemiş.
- Eh tabii. Çocuğu o kadar iyi anlatırsan olacağı buydu.
Melis biraz ileri gitmişti sanki. Destek olması gerekirken şu an yaptığı da neydi? Su sadece gülümsedi;
- Bak Melis, onlar mutlu olacaklar ve...
Melis Su'nun sözünü yarıda kesti;
- Onlar mutlu olacaklar ve onların her mutlu anında senin canın yanacak. Kusura bakma ama yaptığı eserden üzüntü duyan bir mimar görmedim ben henüz.
Melis haklıydı. Su onları hiç yan yana görmediği halde, Toprak'ın anlatmasından bile canı yanmıştı. Ama fedakarlık yapmak zorundaydı. Bunun bilinciyle konuşmaya başladı;
- Bu benim eserim değil ki Melis. Annem hep derdi ki; " Eğer bir şey kaderinse, o seni bulur." Onlar da birbirlerinin kaderiymiş demek ki. Bize sadece mutlu olmak düşer.
- Mutlu olabilecek misin peki?
Bu soru kesinlikle nokta atışıydı. Su kafasını kaldırıp Melis'e baktı ve cevapladı;
- Olmak zorundayım.
Bu sırada telefon çaldı. Su telefonu açtı;
-Günaydın Emre?
- Günaydın Su, nasılsın?
- İyiyim iyiyim, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim. Şey diyecektim, öncelikle bizimkinin durumunu biliyorsun değil mi?
-Toprak ve Ezgi?
Emre zafer kazanmış gibi güldü;
-Ah, evet biliyormuşsun. Bu gece onlar için bir şey planlıyorum da ikisini de en iyi sen tanıyorsun. Bu yüzden bana yardım edebilecek en doğru kişi sensin diye düşündüm.
Su'nun ağızından;
"Her şey üst üste gelmek zorundaydı değil mi? Olaydan kaçtıkça kendine çekmek zorundaydı çünkü. Hayır, 'tabii neden olmasın.' demek bu kadar zor olmamalıydı."
- Doğru düşünmüşsün. Tabiki yardım edebilirim.
- Şahane. O zaman 2 saat sonra buluşalım? Hatta Melis de gelsin isterse.
- Tamamdır, 2 saat sonra oradayız.
- Anlaştık, görüşürüz.
Telefon kapandı. Melis yine her zamanki meraklı gözlerle bakıyordu. Su çok bekletmeden olayı anlattı. Bunun üzerine Melis biraz sinirli bir ses tonuyla konuşmaya başladı;
- Yok artık daha neler, sence de bu kadarı fazla değil mi?
- Sanırım değil. Çünkü doğal olan bu. İkisinin de en yakın arkadaşı benim ve Emre'nin benden yardım istemesi gayet normal.
- Pekala, gidelim bakalım. Başkaları için daha ne kadar çabalayacağız acaba?
- Melis, burada önemli olan tek şey Toprak'ın mutluluğu. O yeter ki gülsün, hayatım boyunca fedakarlık yapmaya hazırım.
- Şu an iyice saçmaladın. Sen böyle değildin ya, sahi ne ara böyle oldun?
- Yanılıyorsun, ben hep böyleydim. Küçükken sırf o üzülmesin diye bazı oyunları bilerek kaybederdim.
Su'nun ağızından;
" Evet beyefendi, hayat bir oyun. Bu oyunda kazanmak da var, kaybetmek de. Biz çok kaybettik, bazılarımız da kaybetmeye devam ediyor belki ama sen artık kazanacaksın. Bense yine kaybedeceğim. Ve yine bilerek yapacağım bunu. Buna aşk diyorlarmış be beyefendi. Artık hayatını kendin için değil de onun için yaşıyormuşsun. Mutlu ol, şu saatten sonra ben olmasam da olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUYUNU ARAYAN TOPRAK
Teen Fiction'' Belki de bizim kaderimiz bizdik. Yıllarca yan yanaydık da birbirimizi göremedik.Aynı okyanusta,farklı fırtınalara tutulduk.Şimdi ise aynı fenere doğru yol alma zamanımız çoktan geldi.İzin ver,Toprak Su ile filizlensin. '' Onlar iki güzel çocukluk...