3

17.6K 1.2K 264
                                    

BÖLÜMLER TANITIM AMAÇLIDIR.

HİKAYEYİ DREAME ADLI UYGULAMADAN OKUYABİLİRSİNİZ.

Eve geldiğimde hâlâ Jason denen adamı düşünüyordum. Az önce ona veda ettiğimi belli eden bir konuşma yaparken, yüzündeki ifadeyi bir türlü silemiyordum kafamdan. Çok dokunaklı ve acınasıydı. İstemeden onu incittiğimi düşündüm ve bu düşünceden anında nefret ettim. Bilerek, asla birini incitebilecek bir insan değildim, yine de onun gibi birinin yanında kendimi tuhaf hissederek garip hareketler sergiliyordum. Aynı anda hem korku hemde güven verebilen bir tarafı vardı bu adamın. Bocaladığım için de savunma mekanizmamı aktif hale getirip anında kurtulmaya çalışmıştım ondan. Genelde yabancılara karşı her zaman soğuk ve mesafeli davranırdım ama Jason Clayton, ilk defa yaptığımdan pişmanlık duymama sebep olmuştu.

Elimdeki poşetleri mutfağa bırakıp bir bardak su içerek, zihnimi de bedenim gibi arındırmaya çalıştım. Boğazım kurumuştu. Bu, onu son görüşüm olabilirdi ve içimi rahatlatması gerekirdi ama öyle değildi. Hemde hiç.

Kararsız düşüncelerimi zihnimin gerisine yollayarak, acele ettim ve öğleden sonraki ders programıma yetişebilmek için hızla evden çıktım. Belki, derslerime yoğunlaşmayı başarabilirsem, o esrarengiz bakışlı adamı da hafızamdan silebilirdim.

Beş saat boyunca bir dersten diğerine deli gibi koşturup durduktan sonra, sonunda metal dolapların önünde soluklandığımda, kendimi garip bir şekilde artık daha iyi hissediyordum. Kafamı meşgul etmek, kesinlikle iyi geliyordu bana. Kitaplarımı yerleştirebilmek için dolabımın kilidini açtığım sırada, Trisha yanımda belirdi ve elini omzuma atarak, samimi bir şekilde "Selam." dedi.

Aynı içtenlikle, "Selam" demeye çalıştım ama, sesim daha çok soğuk ve umursamaz gibi geliyordu kulağa.

"Hey, bu ne surat böyle?" diye soludu Trisha. Tüm sabahını derslerle ve öğretmenlerle, öğleden sonrasını da araştırma ödevleri için kütüphanede geçirmiş birine göre oldukça enerjik ve dinamik görünüyordu doğrusu. Bunu nasıl başarabiliyordu, gerçekten bilmiyordum ama, bu ona hayran olduğum noktalardan biriydi.

Ders aralarındaki boşluklarda bir kaç kelime konuştuysak da bunlar genelde sınavlarla ilgili konulardı ve benden hep tek kelimelik cevaplar almıştı. Şimdi ise, kurcalama vakti gelmişti onun için ve Trisha, araştırmacı ruhuyla eninde sonunda bana daha fazlasını soracaktı.

"Bir şeyim yok,"diyerek omuz silktim ve dolabımdakileri düzenlemekle, dünyanın en önemli işini yapıyormuşum gibi ilgilenmeye devam ettim.

"Hayır, var." diye diretti. Sanırım onu inandırmakta başarısızdım. "Bu yüz ifadesini iyi biliyorum. Bir şey olmuş."

Onu ikna edebilmek için yüzüne daha sevimli ve masum bakışlarla baktım. O da yosun rengi gözlerini bana kilitleyip meydan okudu. "Dökül bakalım."

Sesli bir iç çekip, gözlerimi devirerek dolabıma döndüm. "Sadece yorgunum, Trish."

"Yada dur, galiba ben ne olduğunu anladım." diyince bir an panikledim. Gerçekten anlamış olabilir mi diye de yüzüne garip garip baktım. Gözlerimin şu anda, bir kurbağa gibi kocaman açıldıklarına emindim. "N-nerden anladın?"

Trisha, kollarını göğsünde çaprazlayarak bana bilmiş bir gülümseme gönderdi. Beni tuzağa düşürmüştü. Kahretsin.

"Biliyordum işte. Bana kızgınsın...."dedi sonunda. Anında rahat bir soluk verdim. Neyse ki, anlamamıştı.

"Sana yaptırdığım market alışverişi yüzünden, değil mi? Ne oldu? Eline yüzüne mi bulaştırdın?"

Ne? "Hayır. Öyle bir şey olmadı ve evet listedeki son madde için sana hâlâ kızgınım ama sorun bu değil. Yine de bil diye söylüyorum, bir daha asla benden bu tarz şeyler almamı istemeyeceksin."diye çıkıştım. O an yaşadığım panikle birlikte hissettiğim utanç, öfkemi de geri getirmişti.

SAHTE CENNET (Araf Serisi-1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin