two :: they gonna let it burn *düzenlendi*

10K 512 20
                                    

Bölüm şarkısı » Vampire Weekend / Step

Arabanın içine dolan soğuk rüzgar, kollarını yalayıp geçerken gözlerini araladı. Görüşü bulanık olduğu gibi aklı da öyleydi. Neler olduğunu ve şu an ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyordu.

Sonunda görüşü netleştiğinde, tanıdık gelen bu koltuklar annesinin arabasında olduğunu gösteriyordu. Karanlığın içine zıplayan, ve onu bayıltan çocuk ise yanında sakince oturuyor, dışarı izliyordu.

Yerinde kıpırdandığında, kafasına giren keskin ağrı, inlemesine sebep oldu. Herkes ona döndüğünde, korkuyla yerine sindi. Özellikle dikiz aynasından ona sertçe bakan annesini görünce, ağzını açmaması gerektiğini biliyordu.

Ama bu, istemsizce olmuştu.

Tek bir hareketle düğmeyi basıp camı indirdiğinde, içinde ne varsa onu dışarıya dökmüştü. Annesi de fiziksel olmasada sözel bir şekilde içini döktü.

"Anlama zorluğu çekiyorsun sanırım," dedi Bayan Millers. "Sana kaç defa alkol almamanı söylemiştim? Sürekli bana karşı çıkmak zorunda mısın?"

Derin bir nefes alıp, tekrar gözlerini kapattı. Annesi ona bir sürü şey söylüyor; ama yanındaki yabancının kim olduğunu sorgulamıyordu.

"Partiye gitmemi isteyen sendin." Kelimeler ağzından zarzor çıkmışlardı; çıkarken çenesi ayrı yorulmuştu. Nasıl hissettiğini tanımlayamıyordu. Aslında... Aslında boğuk kelimesi tanımlayabilirdi. Duyguları ya da en basitinden Ashville'in havası, onu boğuyordu.

"...Ve alkon almamanı da." diye devamını getirdi Bayan Millers. Derin bir iç çekti ve titreyen ellerini zapt etmeye çalıştı. Her zaman mükemmel olmaya çalışırdı. Kızının ve eşinin de ona destek olmasını bekler; ama bu hiçbir zaman gerçekleşmezdi. Onu görmezden gelirler ve kendi aralarında eğlenmeye devam ederlerdi. Kızı, her şeyi anladığını ve bildiğini söylerdi. Ama olanlar hakkında tek bir fikri bile olmayacaktı.

En sonunda, tanıdık mahallelerine girerlerken, her şey normal görünüyordu. Hep öyle görünmesini dileyeceklerdi. Ama olacaklardan habersizlerdi.

✖✖✖

Ölüm, her zaman bize uzak görünür. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarız. Halbuki yaşamamızın bir garantisi yoktu. Ölüm her zaman bizimleydi. Bunu biliyorduk; ama görmezden geliyorduk.

Evelyn Millers, Bayan Millers ve Karanlığa Zıplayan Çocuk, sonunda eve vardıklarında, varılacak bir evin olmadığını gördüler. Hala arka koltukta sızmış olan Evelyn Millers, ancak itfaiye sesleriyle kendine gelmişti.

Karanlığa Zıplayan Çocuk'un dudaklarından bir küfür döküldüğünde, Bayan Millers çoktan arabayı terk etmişti.

Evelyn Millers, kolunu boşlukta hareket ettirirken, yüzünde şapşal bir gülümseme vardı. "Yine ne oluyor, Karanlığa Zıplayan Çocuk? Gene neye yetişmeye çalışıyor?"

"Şey," dedi kalın bir sesle. "Sanırım evinizi söndürmeye."

Evelyn, kaşlarını çattı ve soluna dönerek camdan dışarı baktı. Kalabalık, evin önünü kaplamıştı. Dumanlar gökyüzüne doğru sonsuz bir yolculuğa çıkıyordu. İtfaiye sirenleri susmak bilmiyor; mahalle ilk kez sakinliğini bozuyordu.

İdrak etmesi, zamanını almıştı. Tüm çocukluğunu içinde barındıran evin içinde, kendisini odasına kapatan babasının da olduğunu hatırlamak, zamanını almıştı.

Ani bir hareketle arabadan fırlayan Evelyn'nin yere düşmesi saniyelerini bile almadı. Karanlığa Zıplayan Çocuk, onu çabucak yerden kaldırıp, kolunu kendi omzuna attı. Evelyn'nin eli ayağı birbirine dolaşıyor, düzgün hareket edemiyordu. Annesinin çığlıklarını duyabiliyordu. Tek istediği, annesini sakinleştirmek için ona bağıran babasının da sesini duymak.

Kalabalığın içine girdiklerinde, Evelyn, çocuktan ayrıldı ve koşarak eve ulaşmayı denedi. Ancak polis şeritleri onu engelledi.

Göz yaşları evin görünüşünü bulanıklaştırıyordu. Sadece ev yanmıyordu, canı da yanıyordu. Göğsünde öyle bir ağırlık oturmuştu ki, çığlık atmak istemesine sebep oldu. Çenesi titriyor; beyninin içindeki sesler susmak bilmiyordu. Çıldırıyormuş gibi hissediyordu. Tüm o haberlerde gördüğü şeylerin, bir gün kendi yaşayacağını nasıl tahmin edebilirdi ki? Ölümün, ona bu kadar yakın olacağı?

Ani bir hareketle şeridin altından geçti. Polisler onu engellemeye çalıştı ama Evelyn Millers, kaçmakta her zaman iyi olmuştu. Düşüncelerinden ve kendisinden kaçamasada, polislerin kollarından kaçabilmişti.

Her zaman cehennem gibi gelen o ev, şu an cayır cayır yanarken, ilk defa maskesini indirmiş gibiydi.

İtfaiyeciler,polisler..Onları dinlemeden, evin içine girmeye başarabilmişti. Annesinin onun ismini haykırdığını duydu. Ama umursamak için bir neden bulamadı.

Ateşten gözleri yanıyor; nefesi daralıyordu. Bir an için beyninin içinde olduğunu sandı. Bu hisler ona yabancı değildi. İçinde büyük bir yangın vardı, yanıyordu,nefesi daralıyordu ve ölüme yaklaşıyordu. Babasının da bunları yaşayıp yaşamadığını merak etti. Belki o da maskelerden bıkmıştı?

Merdivenlere yönelmişti. Ama hareket edemiyordu. Babasına haykırıyordu ama geri cevap veren yoktu. Nefes almakta zorlanıyordu; bilincini kaybedecek gibi hissediyordu. Sadece babasını istiyordu. Onun elilni tutmayı. Onu buradan çıkarabilmeyi.

Son kez çığlık attı. "Baba!" Sesi çatlamıştı. Önüne düşen odun parçasıyla çığlık atıyordu. Korkuyordu. Ölümü hiç böyle düşünmemişti. Boğuluyordu.Boğuluyordu. Aslında bunun nedeni, birinin gerçekten onu boğmasıydı. Boynunda hissettiği eller, çıldırmasına sebep oluyordu. Ona karşı koyamıyordu. Gücü tükenmişti. Gözlerinin karardığını hissedebiliyordu.

Bilincini kaybetmeden önce duvardaki spreyli yazıyı az çok görebilmişti. "Ölüm yakın."

*20.01.2015 tarihinde düzenlenmiştir.

the housemate :: calum hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin