Bir gün gelir, gerçekte kim olduğumuzu merak ederiz. Şu an ki benliğimizi kabul etmeyiz. Beklediğimiz kesinle bu değildir. Beynimizin içinde kurguladığımız kişilikte olmayı düşlerdik. Ama düşlerimiz, sadece beynimizin içinde kaldığında, işler çığırından çıkabilir, bizi bir kimlik arayışının içine sürükleyebilirdi.
Bir avuç aptalın, zevksiz bir şekilde eğlendiği bu partide ne işi vardı bilmiyordu. Sırtını soğuk duvara yaslamış, ayak parmaklarını gıdıklayan çimenlerin üstüne oturmuştu. Etrafı süzen baygın bakışları, sağ elinde tuttuğu kırmızı bardağın sonucuydu. Ucuz bir parti ucuz bir içki.
Buraya neden geldiğini tekrar hatırlamak istedi. Annesi, birini bulması için gönderdiğini ama kabul etmediğini hatırlıyordu. Peki neden buradaydı? Birden aklına düşen alaycı bakışlar, burada neden olduğunu hatırlatacak bir ipucuydu.
Ashville* şehrinin barındırdığı porselen bebekler ve onların donmuş beyinleri, kalpleri.. Bir farkındalık için buradaydı belki. Onların şık partisine gitmek yerine, annesinin nefret ettiği kıyafetleri giyip ucuz bir partiye gelmesinin nedeni, onlardan farklı olduğu için kötü hissetmemekti belki.
Bir işe yaramadığı kesindi. Kafasını bulandıran, nefes almasını kesen bir şey hissediyordu içinde. Annesinin ve arkadaşlarının küçümseyen bakışları, kesinlikle ona iyi gelmiyordu. Umursamaz, pervasız, somurtkan... Üstüne yapıştırılan bu etiketlere hayretle bakıyor; daha kendinin ne olduğunu anlayamadan, insanların onun aslında ne olduğunu bilir gibi konuşmalarını aptalca buluyordu.
Umursuyordu.
Kesinlikle umursuyordu.
Kalbinde hissetiği acı ile, tam olarak neden burada olduğunu hatırladı. Umursadığı tek şey, babasıydı. Her zaman neşeli, sadık, yıkılmaz, güçlü bir adam olan; ama son bir aydır ağır bir depresyonun içinde olduğu için kendini dünyadan soyutlayan adam. Bağırışlar tekrar kulağında çınlandı. Annesinin duvara fırlattığı vazo, tekrar gözlerinin önünde parçalara ayrıldı.
Zorlukla ayağa kalktığında, duvardan destek alarak, titreyen bacaklarını hareket ettirmeye çalıştı. Boş bir yer arıyordu; sakin bir yer. Bu biraz imkansızdı; ama gidecek bir yeri yoktu. Zorlukla kendini havasız evin içine attı. Dokunsan yere düşüp bayılacak insanlardan biri olduğu için berbat hissetti. İyice batmıştı ve batmaya devam ediyordu.
Ne ara merdivenleri çıkıp, duvardan sarkan merdivene tırmanmaya çalıştığını hatırlamıyordu. Çatıları severdi. Her şey onun ayaklarının altındaymış gibi hissederdi; dünyaya dışarıdan izliyormuş gibi.
Vücüdunda kalan son enerjiyi de merdivene tırmanarak harcadığında, tamamiyle bitmişti. Kendini tozlu döşemelerin üstüne attığında, sonsuza kadar gözlerini kapatıp uyumayı diledi.
Bir süre kalp atışlarını ve öksürüklerini dinledi. Bu ona ilginç geliyordu. Ölü olduğuna inanıyordu; ama kalp atışlarını ona apaçık canlı olduğunu bağırıyordu.
Daha sonra karanlığa alışan gözlerini odanın içinde gezindirdi.
Karanlık odayı aydınlatan ay ışığı, tavandaki pencereden içeri doluyordu. Pencerenin açık olması onun dikkatini çekmişti. Tam olarak çatıya çıkmak istiyordu; ancak kendinde o enerjiyi bulamıyordu.
Yukarıdan boğuk bir ses geldi. Biri acı çekiyor gibiydi. Bunu nasıl anlamalıydı bilmiyordu ama onu dinlemeye devam ett. Ve daha sonra hareketlendiğini duydu. Bir an önce kalkıp gitmeliydi ama kolunu dahi kaldıramıyordu. Gözleri kapanmamak için savaş verirken, birden biri pencereden içeriye atladı. İkiside şaşkınca birbirlerine bakarlerken, onun kolundaki tırnak izlerini ve kanı gördü.
Bu, bayılması için yeterli olmuştu. Belki sonsuza dekte gözlerini kapatabilirdi?
*18.01.2015 tarihinde düzenlenmiştir.
*Ashville, kendi kurguladığım bir şehir. Nashville'den bahsetmiyorum, evet.
*Yeni düzenlemenin nasıl olduğu hakkında beni bilgilendirirseniz çok mutlu olurum ^-^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the housemate :: calum hood
Fiksi Penggemar❝Ben küçük bir çocukken, babam beni şehre götürürdü bando yürüyüşünü görebilmem için. Ve derdi ki, onları yeneceksin; şeytanlarını ve tüm inançsızları, yaptıkları planları..❞ WATR '14 En İyi 2.Pop Fiction Hikayesi || © Tüm hakları saklıdır. // Duz...