Park Chanyeol, dünyanın en tuhaf insanıdır.
Bu konuda hepimizin hemfikir olması gerek, yoksa buradan itibaren okumasanız iyi edersiniz.Ondan nefret etmiyorum, ama sevmiyorum da. O benim için hep arada kalmış biri.
Bana karşı ilgisinin olduğunu, daha ilk tanışmamızdan anlamıştım. Hadi ama, neredeyse gözünü üzerimden hiç çekmeyen ve konuşma bittikten sonra "Kyungsoo-ya dudakların çok güzel," diyerek beni elalemin içerisinde utandıran bir çocuktan bahsediyoruz. VE ONUN HİÇ UTANMASI YOKTUR, HEM DE HİÇ!
Ulu orta yerde saçma sapan şeylerden bahseder, olmayacak kelimeleri olmayacak yerde söyler ve ciddi ortamlarda güler. Kendini tutamaz ve buna bağlı olarak ben de onun kafasını kopartmak isterim.
Çoğu zaman yanıma gelince gülümser ve bir şeylerden bahseder. Her ne olursa olsun konuşur. Ben cevap vermem, neden cevap vermediğimi hiç sormaz. Bunu seviyorum çünkü beni bazı şeylere zorunda bırakmıyor, Chanyeol ne isterse yapıyor, kimseyi umursamıyor ve en önemlisi de yaşıyor. Ne olursa olsun hayatına bir şekilde devam ediyor.
Onu bu konuda kıskanıyorum, bunu duysa saatlerce ellerini çırparak kahkahalarla güler, o yüzden bunu ona söylemiyorum. Aslında ona çoğu şeyi söylemiyorum. Gözlerimi kısarak ona bakıyorum, ya da ayakta olduğumuz zaman ona bakmak için boynumu kaldırmıyorum ve boynuyla falan konuşuyorum. Ve o bu durumu anladığında eğiliyor ve yüzüne bakmak zorunda kalıyorum.
Yüzüne bakmak istemiyorum. Çünkü bana bir şeyleri hatırlatıyor. Önceden olmuş ve beni kırmış bir şeyleri...Tekrar kırılmak istemiyorum, kimse tekrar tekrar kırılmak istemez.
Ve Chanyeol, her zaman beni dinler. Yani nadiren konuştuğum zamanlarda.
Beni her zaman umursar, ağzımdan çıkan her kelime onun için önemlidir. Daima beni dikkatle dinler ve ne istediğimi hemencecik anlar. Ondan asla bir şeyler istemem aslında. O cümlelerimden çıkarıyormuş. Bunu tatlı bulmuştum ama yine ona bunu söylemedim. Çünkü söylersem yine ellerini çırparak güler ve biraz da benim gibi kızarır, utanır. Genelde utandığı zaman kıpkırmızı kesiliyor. Ve bu huyu bana benziyor.
Bacağımı sehpaya uzatmış, patlamış mısır yiyip Açlık Oyunları'nı binbeşyüzüncü kez izlerken neden bunları düşündüğümü bilmiyorum. Chanyeol bazen aklıma takılır, salak sırıtması, büyük elleri ve şaşırdığında koskocaman olan kahverengi gözleriyle.
Şimdi de aklımda, ama şu an çok farklı bir şekilde aklımda. Geçen gün Yujin'in evine giderken yolda ona rastladım. Beni görmedi, elinde ufacık bir kediyle koşturuyordu, endişeliydi. İri cüssesiyle bu kadar hızlı koşmamalı diye düşündüm, deprem olabilir.
O ise bunu hiç umursamıyormuş gibi çok daha fazla hızla koşup gözden kayboldu. Küçük kediyle ne yaptığını, neden koştuğunu ve neden endişeli olduğunu sormak istedim. Ama sormadım, çünkü sormam. Ona hiçbir şey sormam, ona bir şey danışmam. Çünkü bu bana yakışmaz.
Tatile girdiğimizden dolayı bu kadar salmış bir haldeyken, ilerisini hiç düşünmüyordum. Çünkü ne zaman düşünsem kendimi çok fazla üzüyordum ve stres beni daha kızgın biri yapıyordu.Ben de düşünmedim, sadece bir iki haftacık da olsa düşünmedim.
Aniden çalan telefonumun sesiyle yerimden doğruldum ve aramayı cevapladım.
"Kyungsoo-yaaaaaaaaaaah!"
Bu cırtlak ses Yujin'den başkası değildir. Onun dokuz yaşında olduğu zamanları çok özlüyorum. O zaman sakin sessiz bir kızdı, oyuncaklarıyla oynar ve "anniş, anniş" diye etrafta dolanırdı. Şimdi ise dokuz yaşındaki Yujin arasında dağlar kadar fark var,şimdi çok çok fazla sızlanır ve çok çok fazla ağlar. Dokuz yaşındaki Yujin ile arasındaki tek benzer şey ise hala anniş, anniş diye dolaşmasıdır. Neden anne demediğini bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yüzümde hüzünden gölgeler var //chansoo
Fanfiction"Kyungsoo," "Hey Kyungsoo!" "Kyungsoo-yahhhh." "NE VAR ULAN NE VAR SABAHTAN BERİ KULAĞIMIN DİBİNDE CAR CAR?!" "Seni seviyorum."