Üzgünüm. Her şey için. Hayatımda yaptığım tüm saçmalıklar için. Tüm kalbini kırdığım insanlar için. Anneme bağırdığım için. Teyzemi sevmediğim için, Yujin'i aşklarından vazgeçirdiğim için ve çok fazla kötü biri olduğum için. Ama en çok da Yifan'a aşık olduğum için. Bu ben değilim. Ona aşık olamam, olmamalıydım. Peki neden oldu? Neden o benim en yakınımken bu kadar kötü duygular besleyebildim ki, neden ihanet ettim ve neden gitti? Ve neden şu an burada.Tam karşımda durmuş birkaç kurabiye alırken oturduğum yerde kalakalıyorum. Beni görmedi, gülümsemekle meşgul. Saçlarını daha açık bir kahverengiye boyatmış. Saçlarını boyatmak, hiç ona göre bir davranış değildi. Onu tanıyordum. Ya da tanıdığımı sanıyordum. Birkaç tutam saç teli gözlerinin önüne düşmüştü ve ben ona, orada durmuş şaşkın bakışlarımla bakarken kendimden iğreniyorum. Bakmamalısın, Kyungsoo. Bakmamalısın çünkü sen en yakın arkadaşına aşık olmuş bok kafalının tekisin ve o şu an seninle aynı fakültede. Üzerinde onu sımsıkı saran siyah bir boğazlı kazak var, hava o kadar da soğuk değil aslında. Altında ise açık mavi bir kot pantolon. Onu inceliyorum. Orada oturmuş onu inceliyorum. Yüzünü inceliyorum, o güzel gülümsemesini izliyorum. Hala biraz kambur duruyor, boyu çok uzun. İstemsizce Chanyeol'le karşılaştırıyorum onu. Beş yıl sonra Wu Yifan karşımda ve ben onu Chanyeol'le karşılaştırıyorum.
Kadın eline bir kurabiye tutuştururken o da gülümsüyor ve arkasını dönüyor. Üzerinde bir bakış hissetmiş gibi bana bakıyor. Donup kalıyor haliyle, benim gibi. Yutkunuyorum, ne desem bilemiyorum artık o kadar dolmuş bir haldeyim ki kafeterya beni daraltıyor. Ona bakmayı sürdürüyorum. Gözlerimi hiçbir zaman ondan alamadım zaten. Işıldıyor, orada durmuş bana bakarken ışıldıyor.
Aklımdan sadece şunlar geçiyor o sıra, çok özlemişim. Çok özlemişim. Hayatımda kimseyi böyle özlemedim ki ben.
Kalakalıyor. Kaşlarını anlamaya çalışıyormuş gibi çatıyor. Her an ağlayabileceğimi hissediyorum. Kimse benim ağlayabileceğimi düşünmez, ama karşımdaki Wu Yifan ise çok güzel de ağlayabiliyorum. Çok değişmemiş, çok güzel hala çok güzel ve hala herkesi büyüleyebilir güzelliğiyle. Tekrar yutkunuyorum. Ellerim ayaklarım tutmuyor sanki. Oturduğum sandalyeden ayağa kalkıyorum, eşyalarımı hızla toplamaya başlıyorum. Ne yaparsan yapayım ne kadar kendimi sıkarsan sıkayım o yaşlar gözümden birer birer düşüyor işte. Kitaplarımı toplarken yandaki kahveyi üzerime döküyorum. Yaşlar şıp şıp yanaklarımdan damlarken gözlerim oraya kayıyor yine. Onun olduğu yere. Gitmiş. Yok olmuş sanki.
Ellerimle hızla akmaya başlayan yaşları silerken ve istemsiz hıçkırırken hızlı olmaya çalışıyorum. Kafeteryada pek fazla kişi yok, çok dikkat çekmiyorum. Üzerimdeki kahve lekesini temizlemeye çalışmıyorum bile. Berbat hissediyorum.
Yaşlar hala şıp şıp damlarken küfür ediyorum ve çantamı en sonunda toparlayabildiğimde dışarı adımımı atıyorum. Hızlı adımlarla çıkışa ilerlerken, Park Chanyeol beni buluyor.
"Hey, Kyungsoo." Sesi biraz tuhaf. Hala ayılamamış gibi duruyor. Bir şeyler hatırlıyor muydu acaba, eğer bir şeyler hatırlıyorsa bugün daha ne kadar kötü hissedebilirim diye düşünüyorum. Saçları kabarık, göz altları morarmıştı. Siyah saçları her zaman kabarıktı zaten. Üstünde bu sefer sarı bir tişört ve belinde bağladığı siyah hırkasıyla duruyordu. O bol salaş kot pantolonunu üzerinden çıkarmamıştı her zamanki gibi. Wu Yifan nasıl kalın giyinmişse o ise bir o kadar yazdaymışız gibi duruyordu. Chanyeol, bana doğru biraz daha yaklaşırken,
"Git başımdan," diyerek yoluma devam ediyorum. O sırada göz yaşlarım hala damlamaya devam ediyor. Ellerimle silmeye çalışsam da olmuyor.
"Ne oldu sana, Kyungsoo?" sesi endişeli. "Ağlıyor musun sen?" Elleriyle beni durdurmaya çalışıyor, koluma yapışmış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yüzümde hüzünden gölgeler var //chansoo
Fanfiction"Kyungsoo," "Hey Kyungsoo!" "Kyungsoo-yahhhh." "NE VAR ULAN NE VAR SABAHTAN BERİ KULAĞIMIN DİBİNDE CAR CAR?!" "Seni seviyorum."